YAZAR
*Recm, suç işlemiş insanın, kaçmasını engellemek için beline kadar toprağa gömülüp, suçu herkese ilan edildikten sonra halk tarafından ölene kadar taşlanmasıdır.
Hz. İsa’nın kıssasıdır. İncil'de de geçer. Anadolu'da Hz. Ali adıyla da anlatılır:
Zina yaptığı iddia edilen bir kadın Hz. İsa'nın huzuruna getirilir. "Musa Peygamber Tevrat'ta recm etmemiz gerektiğini buyuruyor, sen ne buyurursun?" diye sorulur.
Halk, beline kadar toprağa gömülü kadını taşlamaya can atarak hevesle beklemektedir.
Yahudi kanaat önderleri "Ne yapalım, söylesene." diye tekrar tekrar sorarlar. Amaçları Hz. İsa'yı sıkıştırmak, hükümsüz bırakarak küçük düşürmektir.
Hz. İsa düşünür, düşünür, düşünür ve sonunda doğrularak şunu söyler:
“İlk taşı, günahsız olanınız atsın.”
Taş atmak için hevesle bekleyenler birer birer ayrılır, kadın taşlanmaz, affedilir.
Hz. İsa'nın doğumu "Milat" kabul edildiğine göre bu olayın üzerinden yaklaşık 2000 yıl geçmiş. Peygamberler, dönemin medeniyet devrimcileri. İnsanlığa anlattıkları hüküm ve kurallarla insanlığı terbiye ediyorlar. Yakın çağ dahil, tüm devrimciler gibi; adaleti, iyiliği, yardımlaşmayı, paylaşmayı, kardeşliği öğütlüyorlar. İnsanların içindeki vahşi güdüleri (nefs), medeniyetle törpülemeyi amaçlıyorlar.
Öfkeli Kalabalığa Ne Oldu?
Kıssa burada bitiyor ama tarihin akışı sürüyor. Suçluyu taşlamak için hevesle bekleyen öfkeli kalabalığa ne oldu dersiniz? O kalabalığın bugün Twitter'da toplandığını ve önüne geleni taşladığını görüyoruz. Son yıllarda Twitter, neoliberal iklimin ve neosolun recm çukuru haline geldi. Özellikle "taciz" vakalarında, "ifşa" adı altında birinin bu çukura atıldığını ve akabinde on binlerce tivitle ölene kadar taşlandığını görüyoruz. "Ölene kadar"ı tarihsel bir atıf olsun diye mecazen yazmıyoruz. Son "ifşa" olaylarıyla birlikte recm çukuruna atılan bir yazar intihar etti.
Bu olaylar yargının işi olduğu için "mağdur" ve "suçlu" ilan edilen kişilerin haklılığını ya da haksızlığını tartışmaya açmamak için ve insanları zan altında bırakmamak için kimsenin adını anmayacağız. Bu yazıda da eleştirilen ve tartışılan insanların suçluluğu/suçsuzluğu, olayların gerçekliği/sahteliği değil, hak arama ve cezalandırma mekanizmasının akılcı ve insani olmamasıdır.
"Twitter Yüksek Mahkemesi"
En az 2000 yıldır yaşayan "öfkeli kalabalık" işi o kadar ileriye vardırmış ki bu sürecin adını bile koymuş: "Twitter Yüksek Mahkemesi". Sloganı da: "Yasama, Yürütme, Twitter". Türkiye'de savcılıklara bir yılda 10 milyona yakın dosya geliyor. Twitter'daki öfkeli kalabalık ise yargısız infazını yaptığı 50 olay üzerinden kendisini "yargı dağıtıcı" ilan ediyor, mutlak adalet kaynağı olarak görüyor.
İnfaz Süreci Nasıl İşliyor?
Normalde bu soruyu "Yargı Süreci Nasıl İşliyor?" diye sormak gerek ancak Twitter'da yargı süreci yok. Yargıç var ama yargılama yok. Çünkü yargılamada, delil toplayacak iddia makamı savcılara, kolluk kuvvetine ve savunma yapacak avukatlara ihtiyaç var. Twitter'da ise doğrudan "gerekçeli karar" ve infaz var. "İddia edildiği söylendi" biçimindeki 5N1K sorularının 4'ünün yanıtsız olduğu hayalet iddialar hüküm vermek için yeterli. Bu mahkemede tüm suçların karşılığı ağırlaştırılmış müebbet.
Olası bir davadan istediğiniz sonucu alamazsanız istinafa ya da Anayasa Mahkemesi'ne başvurmanıza gerek yok. Kendi hükmünüzü Twitter'a yazıp "haklı" çıkabilirsiniz. Ekmeğini bu linçlerden kazanan Twitter trolleri ve Twitter kanaat önderlerinin ilgisini çeken bir mağduriyetiniz varsa haksız çıkmama imkanınız yok. Bu kamplaşma ve kavga ortamı Twitter'ın da işine geliyor elbette. Toplumsal tecrit, küçük gruplarla dayak, alabildiğine tehdit yeteneklerine sahip olan "Twitter Yüksek Mahkemesi" henüz icra yapma yeteneğine sahip değil. Ancak o açığını da -dolandırıcı olduğu ortaya çıkan- ne idüğü belirsiz troller üzerinden yürüttüğü sözde yardım kampanyalarıyla kapatabiliyor.
Adalet Değil Dedikodu Kazanı
Bu recm çukurunda ilk taşı kimin attığı belli değil ancak akabinde "Püh, ahlaksız, şerefsiz, senin tipinden belli zaten." kınamalarıyla başlayan recm, kişinin ailesini, memleketini, siyasi görüşünü de çukura atarak gerici bir vahşete dönüşüyor. Siyasi partiler ve ticari şirketler, mağduriyetleri "bel altı" saldırıların aracı olarak kullanabiliyor. Bazı mağduriyetlerin yargıya hiç uğramadan Twitter'dan duyurulması ve bu "ifşa"ların zamanlaması, mağduriyetlerin bağcıyı dövmek için "silah" olarak kullanılabildiğini göstermiştir. Bu çiğlikler haklıyı da haksız duruma düşürmekte, Twitter ahalisine "heyecan" katmaktan öte bir "kazanım" sağlamamaktadır.
Çoğu zaman, mağdura da travmalar yaşatabilecek bilgi ve belgeler herkesin huzuruna saçılıyor. İddia edilen olayların tüm detayları, Twitter'ı kullananların yaş aralığı ve olası psikolojik etkilenmeleri gözetilmeden, apaçık gündem yapılıyor. Mağdurun ve failin kişilik haklarını zedeleyecek her türlü eylem "özgürce" gerçekleşiyor. Vahşi bir cinayet işleyen bir failin ailesi, kendisi de mağdur olduğu halde şehir değiştirmek zorunda kaldı, çocukları okulunu değiştirdi. Söz konusu failin dükkanı taşlandı, çalışanları hedef oldu. Suçun şahsiliği, cezanın sınırları gibi medeni kazanımlar ayaklar altına alındı. Failin ailesi "katilin oğlu, sapığın eşi" olarak damgalandı.
Televizyonlardaki "kadın programı" adı altında yürütülen "kimin eli kimin cebinde" temalı dedikodu programlarından farksız olan bu ortam, "ilerici" diye sunuluyor. Neoliberal sosyologlar ve iletişimciler bunu "non governmental social justice" (devletsiz sosyal adalet) diye kuramlaştırmaya başlamış bile. Dünyada yüz yıllardır var olan dedikodu mahkemeleri ve meydan dayağı, "social justice" olmuş. Soros'un fonladığı, CIA'nın yönettiği anarşist ve neoliberal NGO'ların burada da karşımıza çıktığını görüyoruz. Her alanda gericiliği "ilericilik" diye pazarlıyorlar.
Twitter yargısı, usulsüzlüğü bir yana, "Türkiye'de adalet yok." algısının oluşturulmasına hizmet ediyor. Bu mecrada, el bombasıyla yakalanan kişiler "fikirlerinden dolayı hapse atılan muhalif gazeteci" rütbesine erdiriliyor. "Kurtardım" dediği kadının dahi şikayetçi olduğu bir katil zanlısının "kadın hakları kahramanı" olarak sunulduğunu gördük. "Devlet katilleri değil, kadınları kurtaranları cezalandırıyor." diye algı oluşturuldu. Algı: "Meyve bıçağıyla kadın kurtaran, tıpa hazırlanan genç" ve devlet bu genci cezalandırıyor.
Gerçek: Profesyonel bıçakla kavgaya giren, kurtardım dediği kadının dahi şikayetçi olduğu bir genç ve alabileceği tüm cezai indirimleri aldı. ÇEKO'ya hazırlansa hakkını aramayacak mıyız? "Tıpa hazırlanıyordu." vurgusuna ne gerek var?
"Suçsuz yere kim hapiste?" diye sorduğumuzda bir tane isim sayamayan insanlar, "masumlar hapiste, tivit atmaktan, fikirlerimi söylemekten korkuyorum" algısına kapılıyor. Olguya baktığımızda hapiste FETÖ, PKK ve DHKP-C'yi görüyoruz. 10 yıl önce Atatürkçü-vatansever insanlar hapisteyken bu mecrada "darbeciler yargılansın" rüzgarı estiriliyordu.
Hümanizmanın Suç ve Cezası
Çarpıtılmaya açık ve hassas bir konu olduğu için üçüncü kez altını çiziyoruz: İnsanların haklılığını/haksızlığını, suçluluğunu/suçsuzluğunu tartışmıyoruz. Fail ve mağdur haricinde "kafasına göre" infaz işleten gerici kitleyi tartışıyoruz.
Hak arayışının yeri devlet kurumlarıdır. Devletin, düzenin, disiplinin olmadığı yerde medeniyet yoktur; ilkellik vardır, barbarlık vardır, hurafeler vardır. Medeni hukukun olmadığı yerde orman kanunları geçerlidir. Yargının çözümsüz, yürütmenin duyarsız kaldığı yerde siyasi partiler aracılığıyla bu mekanizmalara müdahale etmek ve sorunları "gerçekten" çözmek herkesin vatandaşlık hakkı ve sorumluluğudur. Bunun haricinde çekirdek çitleyerek adam asmaca oynamak riyakarlıktır, istismarcılıktır, rantçılıktır.
İnsanlık, geldiği medeniyet aşamasında ceza yöntemlerini kökten değiştirmelidir. Lafa geldiğinde "Bebekten katil yaratan." sistem edebiyatını çok seven insanların o bebeğe ilk taşı atanlar olduğunu görüyoruz. Önleyici hizmetler tıptan savunmaya her alanda gelişen ilerici bir yöntem. Medya, sosyal medya, okullar ve sosyal örgütlenmelerde insanı suçtan uzak tutacak önleyici yöntem ve teknikler halihazırda var. Tüm bunlara rağmen ortada bir suç varsa cezaevleri suçlunun daha suçlu olarak çıktığı yerler olmak yerine eğitim ve rehabilitasyon yerleri olmalı. Hapse giren meslek edinmeli, sanat, spor ve edebiyatla buluşmalı ve akabinde topluma kazandırılmalı. Cumhuriyet Kadınları Derneği'nin 25 Kasım'da gündeme getirdiği, "Kadına şiddetle mücadelede suçlunun rehabilitasyonu." talebi çok anlamlı ve yerindedir.
Anadolu Erdemi ve Cumhuriyet İnsanlığı
Kıtlık koşullarında ambardan yiyecek çalan 2 öğrenciyi ambar güvenlik sorumlusu yapıp öğretmen olarak mezun eden, Köy Enstitüsü'ndeki aydınlanma, erdem ve olgunluğun yeniden ortaya çıkarılması sorumluluğu omuzlarımızdadır. Yalpalayan insanın ayağına çelme takan, düşene bir tekme de kendi vuran, "ilişkimiz yoktur" diyerek günah çıkartan barbarlığa karşı düşenin de dostu olan, düştüğü yerden kaldıran insanlığı yeniden kurmak ellerimizdedir.
Derdimiz tüm cinayet, taciz ve tecavüzleri durdurmak, insanlığı ilerletmekse, gelin bunların mücadelesini verelim. Yok, "bu olaylar bizim varlık sebebimiz, tivitimizi atalım, vicdan rantımızı alalım, rahatımızı bozmayın" diyorsanız, verdiğimiz mücadeleyle sizi de o çukurdan ve elinizdeki taşlardan kurtaracağız.
Furkan Kaplan
TLB Genel Başkanı
talebe.org