
Başımızı kaldıralım bir bakalım, köklerimiz nereye uzanıyor ya da kalbimiz nerede atıyor? Bizi biz yapan özelliklerimiz Batı hükümdarlığının zorunda mı yoksa Doğu uygarlığının doğrusunda mı yer alıyor?
Batı uygarlığı denince, kuşkusuz, son beş yüzyılın Rönesans, Reform, Aydınlanma ve ulusal demokratik devrimlerle birlikte yaşanan toplumsal ilerleyişler akla gelir. Hele hele yakın tarihimizdeki biri ekonomik devrim diğeri siyasi devrim olan Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi bunun en önemli dayanağıdır. Ancak artık devrimler Batı’da olmamaktadır.
Feodalizmin yıkılışına öncülük eden kapitalizm, insanı tekrar esarete mahkum etmiştir. Kapitalizmin son aşaması olan emperyalizmi keşfeden Batı, son 150 yıllık kültürünü yaratmıştır. Bu kültür, emperyalizm kuşatması altında olan mazlum milletlere dayatılmıştır.
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Atatürk’ün hayatı Batı’yla mücadeledir. Trablusgarp’ta İtalyan zorbalığına karşı, Çanakkale’de İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı, herkesin yılgınlığa kapılıp kenara köşeye saklandığı Milli Mücadele döneminde tüm İtilaf devletlerine karşı mücadele etmiştir. Kurtuluş Savaşı, başta İngiltere olmak üzere Batılı emperyalist devletlere karşı savaştır. Türk ordusunun İzmir’i kurtarmasının ertesinde İngiltere’nin İzmir Konsolosu Sir Harry Lamb, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmesinde şunu dile getirmiştir:
“Siz İngiltere Hükümeti’ne savaş mı ilan ediyorsunuz?”
Cevap tarihi niteliktedir:
“Siyasi ilişkiler kurulmamıştır ki, yeniden savaş ilan edilsin?”
Atatürk’ün yaratacağı yeni toplum ve yeni insanın esin kaynağı, “Türkiye’yi mahvedinceye kadar savaşa devam edeceğiz.” diyen Lord Kitchener ve “Türkiye Avrupa’dan atılmalıdır.” diyen Lloyd George gibi isimlerin başını çektiği Batı dünyası olmayacaktı.
Küllerinden yeniden doğan bir millet Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasında, tarihi devrimlerin kapısında yüzünü nereye dönmüştü? İlerici zannettiğimiz Batı’nın zorbalığına mı kanmıştı yoksa Batı’nın sömürgeciliğine göğüs germiş ve bağımsızlık uğruna mücadele mi etmişti? Batı emperyalizmine karşı Doğu’nun ücra köşelerine kadar umut olan mücadelesiyle Atatürk hangi dünyanın insanıdır?
Batıcılıkla kastedilen, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sonrasında sanayileşme, çağdaşlaşma ve laikleşme adımlarını atması ise, Atatürk’te bu vardır. Ancak bu yaklaşım, kağıt, pusula, barut gibi insanlığın temel araçlarını kullananları Doğulu veya Asyalı olarak görmekle eşdeğerdir. Atatürk, çağın gereklerini görerek Batı dünyasından örnekler almış ve onların deneyimlerinden de öğrenmiştir. Fakat Atatürk’ün çağdaşlaşma yolunu yalnızca Batı’dan alınan kılık-kıyafet gibi biçimsel ve sembolik, Medeni Kanun gibi hukuksal yeniliklerle olacağını kastedenlerin düşünceleri doğru değildir. Çünkü Atatürk ilerlemenin, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesiyle ve feodalizmin geri sınıfsal bağlarını çözerek gerçekleşebileceğini biliyordu. Biçimsel ve hukuksal yenilikler tek başına değil, bu köklü altyapısal devrim eşliğinde olduğunda anlamlıydı.
Devrimlerin Yönü
Batı, sömürgecilik sistemlerinin köklerini dünyaya salarken Doğu’da devrimlerin ardı arkası kesilmiyordu. Mustafa Kemal emperyalizme karşı milli demokratik devrimlerin ve emekçi devrimlerinin gerçekleştiği bir çağda Türkiye’ye özgü bir devrim programı gerçekleştirmiştir: Altı Ok Programı. Bu program Fransız Devrimi ve Sovyet Devrimi’nin bir sentezidir. Program, Batı’nın ilerici ve devrimci döneminden beslenmiş ancak Batı’nın emperyalist gericiliğine kılıç çekmiştir.
Batılı devletler sömürgecilik programıyla tüm dünyaya saldırırken, Türkiye halkçılık ve devletçilik ilkesinin ekonominin temel yönlendiricileri olduğu karma bir ekonomi modeli benimsemiştir. Krizlerin eşiğinde dahi kararlı bir tavırla devletçilik ilkesinden sapmamışlardır. O nedenledir ki Türkiye; cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimci bir devlettir.
19. yüzyılın sonlarına doğru Türk devriminin karakterinde milliyetçilik öne çıktı. Türk milliyetçiliği, tekelci aşamaya varan İngiliz ve Fransızlardaki gibi emperyalist karakterde değil, bağımsızlıkçıydı ve diğer milletlerle uyum içinde yaşamayı öngörüyordu. Bireyci değil toplumcuydu (halkçı), özel çıkarcı değil kamucuydu, merkezkaç eğilimli değil, merkeziyetçi idi.
Kemalizm, Türk devriminin pratiğini emperyalizme ve feodalizme karşı devrimci bir zafere ulaştırdı. Devrimin bu özelliklerini, Sovyet devriminden de kuvvetle etkilenerek iyice belirginleştirdi ve zorunlu olarak Batı’nın burjuva demokratik devrimlerinden farklı bir yola yöneldi. Farklı bir pratik ve öğreti yarattı.
Asya'nın Öncüsü Atatürk
Mustafa Kemal Paşa, 2 Mart 1922 tarihinde Afganistan’ın bağımsızlığının dördüncü yılı nedeniyle Ankara’da elçilik binasında verilen şölende de “Biz Türkiyeliler Asyai bir milletiz, Asyai bir devletiz.” diyerek ideolojik ve siyasal yaklaşımının, coğrafi ayağını da belirtmişti. Mustafa Kemal, çağdaş medeniyet düzeyine ulaşmak için, emperyalist Batı’ya karşı savaşmak zorunda olduğumuzu saptamıştır. Ezen Dünya ile Ezilen Dünya arasındaki kamplaşmada, Türkiye’nin yerini kesin bir dille belirlemişlerdir. Atatürk’e göre, Türkiye “Doğu’nun davası için” savaşıyordu:
“Türkiye’nin müdafaa ettiği dava, bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu’nun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.”
“Anadolu, bütün Asya’nın, bütün mazlumlar dünyasının zulüm dünyasına doğru ileri sürdüğü bir vaziyette bulunmaktadır.”
Milli Mücadele’nin en ateşli zamanlarında, İngiliz denetimindeki sömürge halkları arasında hareketlilikler olduğunu biliyoruz. Afganistan ve Azerbaycan’dan gelen desteklerin yanı sıra Muhammed Ali Cinnah ve Gandi gibi önderler de Kurtuluş Savaşımızı selamlamış ve Türkiye’nin zaferlerinin Asya halkları için öncü olacağını vurgulamışlardır.
Türk devrimi, 20. yüzyılın devrimci yükselişinde, ezilen dünyayı ateşlemiş, ayağa kaldırmıştır; mazlumların öncüsü olmuştur. Atatürk, Türk halkına bu tarihi rolünü sık sık hatırlatarak, hem özgüven hem de sorumluluk duygusu aşılamıştır.
Medeniyet Dediğin Tek Dişi Kalmış Canavar
Medeniyet dediğin insanın insan üstüne basarak yükseldiği yer midir? Modern Batı kültürü diye parlatılan medeniyetin gerçeklerine yakından bakalım. Aslında madalyonun bize gösterilen yüzü cilalıdır. Yakından bakınca pas tuttuğunu görüyoruz.
Batı’da bilimi ararken, psikolojik buhranı çarpıyor yüzümüze. En önemlisi bireycilik. Avrupa ülkelerinde bireycilik had safhada. Kapitalizm, toplumu parçalıyor. Bu nedenle çürüyor. Eğitim hayatından iş ortamına kadar arkadaşının üstüne basmadan başarı vaat etmiyor. İnsana yabancı bir sistem kurulmuş. Kapitalizmin emperyalist bir nitelik kazanmasıyla bir zamanların toplumcu, dayanışmacı kültüründen iz kalmamış. Batı ülkelerinde bireycilik büyük bunalımlara yol açıyor.
Türkiye farklı. Emperyalizmin yıkıcı etkilerine rağmen, dayanışmacı kültürün insan ilişkileri yine de varlığını koruyor. Bizde bireyciliğin etkileri Avrupa ülkelerine göre sınırlı. Ülkemizde ve genel olarak Doğu kültüründe dayanışma, sadakat, arkadaşlık, dostluk, fedakârlık gibi nice kavram değerini hâlâ korurken, Batı ülkelerinde bu kavramlardan eser kalmamıştır.
Batı Emperyalizminin Ağır Depremi
Uzaklara gitmeyelim, mesela içinde bulunduğumuz koronavirüs dönemine bir bakalım. Test yaptıracak parası olmadığı için tedavi edilemeyen insanların olduğu Batı. Siyahi olduğu için “öncelikli” sayılmayan ve ölen insanların olduğu Batı. Marketler boşaldığı için iş çıkışı çocuğuna bebek bezi alamayan hemşirelerin ağlayarak isyan ettiği Batı. Terkedilmiş huzurevlerinde topluca ölümlerin olduğu ve ölülerin günler sonra fark edilebildiği Batı. Doktorların kimin öleceğine karar vermeye zorlandığı, “ölen ölsün kalan sağlar bizimdir” fikrinin bile gündeme gelebildiği Batı.
Türkiye ise bu süreci göğüslerken bile kenetlenmekten şaşmadı. 7’den 70’e birbirine destek olan bir millet, dünyaya yardım dağıtan bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti dünyaya örnek oldu. Üzüntüsünü de sevincini de biz yaşarken onlar, “Sen üzülme, sen üzüleceğine başkaları üzülsün.” diyerek öğütte bulunuyorlar. O yüzden Batı’nın önünde Aydınlanma dönemindeki gibi insani değerlerin geliştiği bir çıkış yolu, şimdilik gözükmüyor.
Çıkış Yolu Nerede?
Batılılaşma yarışına girenler gözlerini bu gerçeğe açmalıdır ki Türk milletini aşağılama hırsından vazgeçsinler. En ileri zannedilen Batı’dan çürümüşlüğün kokuları gelirken, esas ilmin, fennin ve medeniyetin köklerimizde olduğunu unutmayalım.
Biz çürümüş kapitalizmin bunalım kültürünü değil, Asya’nın yükselen paylaşmacı değerlerini örnek almalı ve benimsemeliyiz. Bireycilik bizim de köprülerimize tel örgüler çektirir, en güzel meydanlarımıza uyuşturucu çetelerini ve yoz kültürü getirir.
Çözüm, Batı medeniyeti dedikleri çürümede değil, Atatürk’le yöneldiğimiz devrimci Doğu’nun değerlerindedir.