Sizleri İstanbul Şehir Tiyatroları sanatçısı Bennu Yıldırımlar'la buluşturuyoruz. Bennu Yıldırımlar’dan kısaca bahsetmek gerekirse;; televizyon da 90’lı yıllarda ekranlara gelen “Süper Baba” filminin Elif’i, “Yaprak Dökümü” dizisinin Fikret'i, “Umutsuz Ev Kadınları” dizisinin Nermin'i olarak seyircilerin karşısına çıktı. Son olarak da Sheakpeare'nin yanlışlıklar komedyası “12.Gece” ile İstanbul Şehir Tiyatro sahnelerinde sanatseverlerle buluşuyor. Oldukça renkli kişiliğiyle röportajı eğlenceli kılan Yıldırımlar, Türkiye Liselier Birliği'nin uyuşturucuya karşı mücadelesini tüm gönlüyle destekliyor ve bu tutumumuzun ne kadar değerli olduğunu vurguluyor. Usta oyuncu Bennu Yıldırımlar’ın da keşke dedikleri var. Gelin hep beraber enine boyuna Bennu Yıldırımlar’la gerçekleştirdiğimiz bu keyifli röportajımıza göz atalım.
TaLeBe: Genelde ağırbaşlı, olgun ve hüzünlü karakterleri canlandırıyorsunuz. Gerçekte de böyle misiniz?
B.Yıdırımlar: Aslında canlandırdığım her karakterde ağır başlı ve hüzünlü değilim. Aslında Fikret ve Elif benim gözümde farklı karakterler. İkisi de birbirine mi benziyordu yoksa bir hata mı yaptım bilemiyorum... Aynı yüzü kullanmak zorundasın. Arada estetik yaparak kendini farklılaştırıyorsan orası ayrıdır. Yüzün yapısı insanları etkiliyor. Birde en uzun süre 4.5 yıl ekranda Fikret karakteri olarak yer alınca insanlar size bir şeyler yapıştırabiliyor. Şu anda 12. Gece oyununa geldiklerinde şaşırabilirler. Benim de kendime ait bir tarzım var. Benim de kendime ait bir karakterim var. Ama doğal olarak televizyon o kadar çok gündem de ve o kadar çok yer kaplıyor ki insan hayatın da… Bu yüzden de öyle görüyorlar… Ama hem tiyatro, hem televizyonu takip edenler çok farklı şeyler yaptığımı görüyorlardır. Umarım...
TaLeBe: Tiyatroya başlarken hangi duygularla başladınız ve neden tiyatro oldu? Diğer sanat dallarından yaptığınız ya da keşke yapsaydım dediğiniz bir dal var mı?
B.Yıldırımlar: Ben çocukluğumdan beri oyuncu olmak istedim diyebilirim. Çırpınışım olmadı hayatımda.
TaLeBe: İlginizi çekme, merak etme durumunuz?
B.Yıldırımlar: Deneme isteği sadece… Ama olmasaydı hayatımın en büyük boşluğu tiyatro oyunculuğu olmayacaktı zaten. Sadece denemek istedim. Denememin nedeni de o dönem belediye konservatuarı vardı. Hem üniversite sınavına girip üniversitede okuyabiliyordunuz, hem de yetenek sınavıyla belediye konservatuarını birlikte yürütme imkanı olabiliyordu. O kadar kendimden “hani, acabalarım” olduğu için girip “kazanabilir miyim kazanamaz mıyım?, kazanırsam başka bir üniversiteyle götürebilir miyim, götüremez miyim?” demedim ve böyle bir yolu seçtim. Yani direkt olarak mimar Sinan'a girmedim. Belediye konservatuarından sonra da zaten edebiyat fakültesini kazandım. Yunan Dili ve Edebiyatı bölümünü. Fakat ben kazandığımda belediye konservatuarı İstanbul Üniversitesi’ne bağlandı. İki tane üniversiteye gider gibi oldum. Tabi iki yıl boyunca çok şey oldu. Zor oldu benim için. Zevkli ve zor... İki yılın sonun da ikisini birlikte yürütemeyeceğime karar verdim. Edebiyat fakültesini bıraktım. Konservatuarın tekrar bir sınavına girip lisans bölümüne geçtim. Başka şeyler de olabilirdi. Benim sınavım da deneyen insanlar vardı. 5-6 Kez, 5-6 yıl demektir. Beş altı yıl inat edip vazgeçer, başka bir şeye geçerdim.
TaLeBe: Peki diğer sanat dallarından yaptığınız, ya da keşke yapsaydım dediğiniz bir dal var mı?
B. Yıldırımlar: Daha çocukken müzikle, müzik eğitimiyle karşılaşıp müzisyen olmak isterdim. Müzisyenlik benim için her şeyden öte. Onları hep kıskanırım. Müzisyenleri.
TaLeBe: Sizin için tiyatro mu daha önde geldi? Yoksa televizyon mu? Yoksa diğer sanat mecraları mı?
B. Yıldırımlar: İnanın bir önceliğim yok. Belki size garip gelebilir. Ama ben tiyatro bölümü mezunuyum. Mezun olmadan önce de 1988 yılın da okurken şehir tiyatrosuna başladım. 1988’den beri bir fiil bu tiyatroda çalışıyorum. Televizyon sadece olabilirse bir şans. Zaten olduğu zaman da devam eder. Devam ederse başka bir şans. Yani olduğu zaman da 3-4 bölümde bitebiliyor. Reytingin ne olduğunu anlamadık hala. İnsanlar neye doğru yönlendiriliyor, ya da neye göre hesaplanıyor bu işler soru işaretli. 1990 Yılı mezunuyum. 1997’de televizyon dizisi olarak “Süper Baba” vardı. Süper Baba’nın da son yirmi bölümün de katıldım. 3.5 Yıl süren bir televizyon dizisi. Seyircilerin deyimiyle; Yıkılıyordu ortalık… Son 20 bölümünde yer aldım. İnsanlar, insanlara sunulan şeyler, daha az, daha öz diyeyim. Bu kadar çok bombardıman içinde değildi. Şimdi birçok kanal da birçok dizi olunca büyük bir bombardıman var. Neyi seyredeceklerine şaşırıyorlar.
TaLeBe: Bugünkü eğitim sistemi çocukların sanatsal faaliyetlerden uzak tutuyor. İzin vermiyorlar çocuklarının başka uğraşlar vermesine. Okul derslerinden geçen çocuk adeta hayattan kalıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Tiyatroya başlamak istediğinizde ailenizin size karşı tepkisi ne oldu?
B. Yıldırımlar: Ben de çocuk sahibiyim. Böyle bir yarış atı konumundaki çocuklara ne diyeyim bilemiyorum. Ben birçok alana sokmamaya çalışıyorum. Çocuk “TEOG” sınavına girmeyecek denemiyor maalesef. Üniversite sınavına girmek zorundalar. Öyle bir ülkede değiliz. Nefes alma alanlarının açılması taraftarıyım. Sadece dersle olmuyor. Sadece anne baba gözüyle işin, hayatın eğlencesiyle girerek de olmuyor. birşeyleri sıkı tutmak lazım. Bir şeyler de gevşetilmesi lazım. Maalesef bizim dönemimizden de daha farklı. Büyük bir eleme sistemi içindesiniz. Keşke böyle olmasaydı. Bunun için de var olabilmek ve kendi seçebileceğin dallara yönelmek daha zor. Sizler daha bilinçli çocuklarsınız ama olamayabiliyor. Herkese de bu kadar olanak sağlanamayabiliyor. Bir amacı olmayan insan da başka yerlere doğru yönlenebiliyor. Çok da kolay. Çünkü insan her zaman daha kolayını seçer. Hayatta kalmak için de ben de kolayını seçerdim tabii ki. Başka yönlere doğru götürebiliyor insanı. Anne baba olarak diyeyim. Sanki “çok gözlemleniyormuş ama her şeyin farkındaymış” konumu… Biz de 16 yaşında olduk. Ama şimdikilerin 16 yaşı daha farklı.
TaLeBe: Türkiye'de sanatın geldiği durumu hep birlikte görüyoruz. Tiyatroların özelleştirmeleri gibi birçok darbe vuruluyor sanata. Sizce burada sanatçıya ve aslında sanata düşen görev nedir? Siz bu konuda oldukça tepki gösteriyorsunuz. Ne olacak Türkiye'de sanat?
B. Yıldırımlar: Görevi olarak görmüyorum. Bizim gibi kültür politikası olmayan ülkelerde, her şey sallantı da gidiyor. Doğal olarak kültür dediğiniz nesilden nesile aktarılır ne tür yönetim gelirse gelsin, kültür politikalarının devamı gerekir. Ülkemiz de bir şeylerin daha perçinlenmesi için kültür desteklenmelidir. Maddi açıdan da çok desteklenen bir konumda değiliz, her şey de para değil elbette Bunlara rağmen temelleri atılış bir cumhuriyetimiz var. Temelleri iyi atılmış ki bugünlere kadar gelebilmiş, bugün hala tiyatro yapabiliyoruz. Tiyatro açısından yapılmış, tiyatro oyunu sergilenmesi açısından bir tek AKM var akıbeti ortada... Sizde büyük prodüksiyonlarla opera ve bale seyredemiyorsun.
Sanatsız yaşanır elbette ama ne olur; hayatın renklerinden mahrum kalırsınız. Sabah kalkıyorsunuz yüzünü yıkıyorsunuz, ders çalışıyorsunuz... Her hafta düzenli olarak bir kültür etkinliğine gittiğiniz zaman, yaşamın ne kadar güzel bir şey olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.
TaLeBe: Sizce Türkiye'de sanat ne olacak?
B. Yıldırımlar: Bende yaşayarak öğrenmeye çalışıyorum, ama ulaştığı yerlerde her zaman yerini buluyor.
TaLeBe: Sizin için “Bennu Yıldırımlar Cumhuriyet Kadınıdır'' diyebilir miyiz?
B. Yıldırımlar: Tabi ki. Cumhuriyet öncesinde sanatın geldiği nokta şuan ki gibi değildi. İstanbul'un her zaman bir farkı olmuştur. Her şey 1923'de başlamadı İstanbul'da. O dönemde opera olsun, bale olsun İstanbul'da oynanıyordu. Daha da gelişerek bir kültür yaratılmasın da cumhuriyete borçluyuz.
TaLeBe: 1923-1938 yılların da yaşamak istediğinizi söyleyip ''Hangi görev verilseydi yapardım'' gibi bir fikri savunuyorsunuz. Neden o yıllar?
B. Yıldırımlar: Çünkü o dönemde büyük bir umut var. Daha da büyüyüp gelişeceğiz. İnsanların daha mutlu olduğu bir ülke olacağız.
TaLeBe: Sanatçı gözünden bakacak olursak, bir şeyleri nasıl başaracağız?
B. Yıldırımlar: Umudumuzu, içtenliğimizi ve samimiyetimizi kaybetmeden. Yaptığımız işin en iyisini yapacağız. Ne kadar çok insana ulaşabilirsek o kadar keyif alacağız. Hayatımız da bir kere göreceğimiz insanların kafasında sanata dahil güzel şeyler bırakabiliriz, sonuçta ne verirsen onu alırsın.
TaLeBe: Yüzlerce sanatçımızın imza attığı ''Teröre hayır, kardeşliğe evet.'' İmza kampanyasına katıldınız. Hep birlikte Mehmetçiğin yanındayız mesajı verdiniz. O kampanya hakkında ne düşünüyorsunuz?
B. Yıldırımlar: Güvendiğim insanlarında olduğu bir birliktelikti. Ben ülkemin her yerinde eşit bir şekilde gelişmiş ve insanların zorla bir yerden bir yere götürülmediği, ekonomik şartlardan dolayı kendi bölgelerinden uzaklaşıp başka bölgelerde yaşam savaşı vermediği, herkesin kendi bölgesinde mutlu olduğu bir ülke arzuluyorum. Sonuna kadar bundan vazgeçmeyeceğim.
TaLeBe: Türkiye Liseliler Birliğinin verdiği mücadeleyi nasıl buluyorsunuz?
B. Yıldırımlar: Sizin gibi bilinçli gençlere ihtiyacımız var. Ülkemizin nereye gittiği nerede olduğu konusunda kafasını çalıştıran gençlere çok ihtiyacımız var. Sizleri kutluyorum.
TaLeBe: Türkiye Liseliler Birliğinin ''Uyuşturucuya karşı yaşa” kampanyası var. Başta gençlik olmak üzere herkese ''Sporla, bilimle, müzikle, tiyatroyla yaşa'' diyoruz. Bu verdiğimiz mücadele hakkında ne düşünüyorsunuz?
B. Yıldırımlar: Bir ülkeyi bölmek istiyorsanız , gençleri uyuşturucuya alıştırmanız, kendi dillerinden uzaklaştırmanız, topraklarının güzelliklerinden ve oradan çıkmış duygu ve güzelliklerinden uzaklaştırmak yeterli. Mesela Yugoslavya'da da yapılan buydu. Bu yüzden yaptığınız çok önemli bir şey. Umarım daha da geniş kitlelere ulaşırsınız.
TaLeBe: Önümüzde ki süreçlerde Bennu Yıldırımları hangi projeler içerisinde göreceğiz?
B. Yıldırımlar: Yeni projem Shekspre'in komedi oyunu 12. gece. Biz keyifle oynuyoruz ve tüm liselileri bekliyoruz. Şuan önümde film veya dizi projesi yok.
TaLeBe: Son oyununuz 12. geceden bahseder misin?
B. Yıldırımlar: 12. gece bir yanlışlıklar komedisi. Shakespeare bunu zamanında saray için yazmış. Bir ada ülkesi var. Tuhaf bir ülke. Var ve yok arasında bir ülke. Bu ada yakınlarında bir gemi batıyor. Bir kız, bir erkek ikizler birbirlerine öldü sanarak adaya varıyorlar. İkisi de başka bir yaşam kuruyorlar ve birbirlerini öldü sanıyorlar. Daha sonra birbirlerini buluyorlar ama birisi erkek kılığına giriyor. Yanlışlıklar ve aşk komedisi üzerine bir oyun. Şarkılarda söylüyoruz, oyuna bekliyoruz.