YAZAR
29 Kasım 2016'da, Adana’nın Aladağ ilçesinde, her açıdan yetersiz olan yurt binasında çıkan yangında 11 kız öğrenci ve bir belletmen, yangın merdivenine erişemedikleri için hayatını kaybetmişti. Çok sayıda öğrencinin de yaralandığı yangınla ilgili geçtiğimiz günlerde görülen duruşmada, tutuklu sanıklardan yurt müdürü Cuma Ali Genç ve dernek başkanı İsmail Uğur, adli kontrol tedbiri ve yurt dışına çıkış yasağıyla serbest bırakıldı. Böylelikle davada tutuklu kimse kalmadı.
Elbette talebimiz birilerinin tutuklu kalması değil, çünkü bu çözüm değil. Mücadelemiz davanın hemen sonuçlanması, sorumluların ceza almasıyla birlikte bu olayın yaşanmasına zemin hazırlayan yapıların ve anlayışların kökten değişmesine yöneliktir.
Davanın bilirkişi raporunu incelediğimizde “Yangına müdahale eğitimi almamış personelden sorumlu yurt idaresi, mevzuata aykırı yapı inşa eden bina sahipleri, yangın söndürme tüplerini doluma götürüp yerine yenisini koymayan firma, mevzuata uygun olmayan elektrik tesisatı gibi eksikliklere rağmen binaya yurt ruhsatı veren ilgili idare…” gibi pek çok sorumlu/sorumsuzluk görüyoruz. Oysa asıl sorumlu/sorumsuzluk bunların çok çok ötesindedir.
Eğitim işi, feodal kurumların tasfiye edilip ulusal toplumun inşa edildiği Fransız İhtilali'yle birlikte kurumsallaşmış, bilimselleşmiş, kitleselleşmiş, sistemli biçime bürünmüş ve devletin profesyonel öğretmenleriyle yürütülmeye başlamıştır. Fransız Devriminin önderlerinden Condorcet'e göre devlet, bir “ulusal birlik devleti” olarak aynı zamanda da bir “eğitim devleti”dir. Ona göre, “ancak iyi bir ulusal eğitim politikası sayesinde yetenekler ortaya çıkarılabilir ve insanlar arasında gerçek eşitlik sağlanabilir.”[1]
Eskişehir-Kütahya savaşlarının yapıldığı sırada, Ankara’da Maarif Kongresi toplayan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk de kongrede, “Millî eğitim programı, eski devrin hurafelerinden ve millî bilincimize hiç uymayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelen tüm etkilerden tamamen uzak, millî karakter ve tarihimizle orantılı bir kültüre sahip olmak zorundadır”[2] demiştir. Devrim Kanunlarından olan Eğitim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) kanununu bu çerçevede değerlendirdiğimizde, yalnızca kız ve erkek öğrencilerinin aynı sınıf ve sıralarda eğitim almasının çok ötesinde, eğitimin ulusal bilinci yaymak, cumhuriyet vatandaşını yaratmak ve fırsat eşitliğini sağlamak üzere devletin tekelinde toplama hamlesi olduğunu görüyoruz. Bu, halk yararına, gerekli bir tekelleşmedir.
Günümüzde ise eğitim, 24 Ocak Kararlarından bugüne çürüyerek süregelen serbest piyasacılığın ortaçağ zihniyetiyle birleşmesiyle millilikten oldukça uzaklaşmıştır. Atatürk’ün çizdiği hedeflerin aksine; bir yandan emekçi çocuklarını eski devrin hurafeleriyle müritliğe sevk eden cemaatlerin, bir yandan orta ve üst sınıfın çocuklarını yabancı fikirlerle batı özentiliğine ve beyin göçüne sevk eden uluslararası kuruluşların elinde oyuncak haline gelmiştir. Toplam olarak değerlendirdiğimizde milli karakterden yoksun, doğudan ve batıdan gelecek tüm etkilere açık, tarihimize yaslanmayan, insan sağlığına zararlı, zehirli, ucuz, merdiven altı bir eğitim ortaya çıkmıştır.
Bu eğitim sisteminden dolayı, “abiler/ablalar” ve dershaneleri aracılığıyla binlerce öğrenci, Fethullahçı Terör Örgütü’nün militanı haline getirilmiştir. Dershaneye gidecek parası olmayan, gittiği ilde barınma imkanı bulamayan öğrenciler FETÖ ve diğer cemaatlerin, terör örgütlerinin avı haline gelmiştir. Aladağ faciasında yaşamını yitiren öğrencilerden Nurgül Pertlek'in annesi Şerife Pertlek’in “Milli Eğitim'e gittik. Bize, 'Paranız varsa ev tutun okutun çocuklarınızı' dediler. Biz de, 'paramız yok' deyince çocuklarımızı buraya teslim etmek zorunda kaldık” [3] sözleri her şeyi açıklıyor.
Aladağ’da çıkan yangında yitirdiğimiz kardeşlerimiz bu çarpık eğitim sisteminin bedelini canlarıyla ödediler. Yangın yalnızca Aladağ’da değil, yıllardır her ilde, ilçede, köyde. Körelip yok olan yetenekler, YKS, KPSS, ALES, TUS, YDS vs. dershanelerinde harcanan ömürler, oralara akıtılan paralar ve yanlış meslek seçiminden dolayı ömür boyu mutsuz olan insanlar, kazanamadığı sınavlar için sakinleştirici, antidepresan kullanan hatta intihar eden arkadaşlarımız… Yıllardır bu yangında büyük bedeller ödüyoruz.
YANGIN MERDİVENİ
Türkiye Gençlik Birliği ve Türkiye Liseliler Birliği varsa karamsarlığa yer yok. Bu tabloyu eğitim sisteminin gerçekliğini kavramak ve mücadele alanımızın ne kadar geniş olduğunu gözler önüne sermek için çizdik. Yangın merdiveni hazır, yeter ki kapı açılsın. İşte basamakları:
1-) Devlet yurtlarının kapasiteleri artırılmalı, şartları iyileştirilmelidir.
2-) Cemaat/tarikat yurtlarına ve okullarına el konulmalı, içinde kalan ya da eğitim gören öğrenciler, devletin himayesinde eğitim/öğretim hayatlarına devam etmeli, tarikatların/cemaatlerin pençesinden kurtarılmalıdır.
3-) Laik, bilimsel, çağdaş ve parasız bir eğitim sistemine geçilmeli, eğitim sistemimiz deneme/yanılma yöntemlerinden kurtarılmalıdır.
4-) Cumhuriyet ve ulus devlet anlayışıyla bezenmiş, yetenekleri ve üretkenliği pekiştiren, kolektif rekabetçi bir müfredat hazırlanmalıdır.
Sorunlar da talepler de çözümler de nettir. Yangın merdiveni hazırdır. Kapı ise yine bizim mücadelemizle açılacaktır. Bu yangını söndürmek isteyen herkesi Türkiye Liseliler Birliği çatısı altında mücadele etmeye çağırıyorum. Şikayet değil mücadele edeceğiz, bu yangını söndüreceğiz!
Furkan Kaplan
TGB GYK Üyesi
Dipnot:
1. Türk ve Fransız Eğitim Sistemlerinin Evriminin Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi, Adil Türkoğlu, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi Cilt: 13 Sayı: 1, 1980 s. 182
2. Atatürk’ün Millî Eğitimle İlgili Düşünce ve Buyrukları, Türk Dil Kurumu, 1970. s. 7-10.
3. "MEB’e sorduk bu yurdu gösterdi" haberi www.aydinlik.com.tr/turkiye/2017-subat/meb-e-sorduk-bu-yurdu-gosterdi (Son Erişim: 8.9.2018 - 23.51)
talebe.org