"Üretimden Kopuş Bilimi Bitirdi"

TÜMÖD İstanbul Şubesi Başkanı Prof. Dr. Kürşat Yıldız, Aydınlık Gazete'si Özgürlük Meydanı bölümünde eğitim hakkında değerlendirmelerde bulundu.

"Üretimden Kopuş Bilimi Bitirdi"

AZİZ Sancar’ın 2015 Kimya Nobel ödülü almasının ardından kısa süreli parlayan umutlar saman alevi gibi söndü. Bizim üniversitelerimizden bilim adına bir şey çıkmayacağını iddia edenler haklı çıktıklarını düşünüyor olmalı.

 

YÖK de bütün il ve ilçelerimiz üniversite bolluğu içinde iken ortaya çıkan araştırmaların yeterli olmadığı görüşüne katılıyor olmalı ki, “Araştırma Üniversiteleri” diye bir kavram ortaya attı. Sayıları 200’e yaklaşan üniversitelerimizden çok azını seçerek araştırma amacıyla kaynak kullandırmayı planlıyorlar. Böylece geri kalan üniversitelerimiz, “Neden araştırma yapmıyorsun?” sorgulamasının baskısından kurtulmuş olacak! “Mükemmeliyet merkezleri” adıyla yıllar önce başka YÖK Başkanlarının geliştirdiği bu proje yaramıza merhem olacak mı, göreceğiz.

 

Konuya bilimde geri kalmışlığımızın nedenlerini irdelemek yerine mucizevi kolaycı yöntemler aramak ve hayali bir “üniversite” öznesini günah keçisi olarak hırpalamakla bir yere varmak mümkün değil. “Türkiye bilimsel üretim yarışında neden istenen düzeyde değil? Ne yapmalıyız?” sorularına olguları inceleyerek
doğru teşhis koyduktan sonra doğru yanıtlar verebiliriz.

 

CUMHURİYET’LE ATILIM YAPTIK

 

Bugün dünyadaki bilimsel gelişme yarışında epey arkalarda kaldığımızı kabul etmek zorundayız. Bilgi ve teknolojiyi büyük ölçüde ithal eden, bilgi üretmek yerine sonuçlarını kullanan konumdayız. Miktarıyla öğündüğümüz ihracatımızda ileri teknoloji ürünlerinin oranının çok düşük olması, bunun göstergesi.

 

Bilimsel atılım yapmanın her ülkenin kendi koşulları, birikimi ve temel sorunlarına göre farklı yöntemleri olabilir. Başka ülkelerin başarı kazandıkları modelleri kopyalamakla sonuç almayı umanlar, kısa zamanda hayal kırıklığı yaşarlar. Gelinen düzeyden memnun değilsek önce tarihsel derinlik içinde bugüne kadarki deneyimimizi gözden geçirmek zorundayız. Nerede ve ne zaman başarılı olduk? Ne zaman geriye düştük?


Türkiye, bilim ve üniversite alanındaki en önemli atılımlarını 1930-1945 ve 1960-1970 arasındaki dönemlerde yapmıştır. İlkinde Cumhuriyetimizin devrimci rüzgârını arkasına alan iradenin Nazilerden kaçan bilim insanlarıyla yaptığı cesur güçbirliğinin, ikincisinde ise sanayileşme konusunda Cumhuriyet’in mirası ve sermaye birikimi yanında 27 Mayıs Devrimi’nin getirdiği özgürlükler ve bilimsel özerklik rüzgârının etkisi vardır.


Türkiye, 1970’li yıllardan sonra sanayileşme ve üretim ekonomisi hedefinden hızla uzaklaştığı için bilim ve teknoloji politikalarını geliştirmeyi de rafa kaldırmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı, 5 Yıllık Kalkınma Planları ciddiyetini ve değerini yitirmiş, ülkenin kalkınması özel sektörün kârlılık planlarına ve girişimciliğin maddi teşviklerle sürekli uyarılmasına bağlı hale gelmiştir. Türkiye’nin atılımcı kurumları olan Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT’ler) uzun yıllar yurtdışı burslarıyla eğitime gönderdikleri gençleri istihdam ederek uluslararası rekabette kendilerini ve Türkiye’yi güçlendiren politikalar izlemekte idi. 1980 Amerikancı darbesinin
ardından hızlanan neoliberal humma ile KİT’lerin gözden çıkarılması ve özelleştirilmesi, bu bilim insanı yetiştirme politikasına da darbe vurdu.

 

GENÇLERİMİZİ BATI’YA KAPTIRIYORUZ


1970’li yılların ardından Türkiye’nin en büyük kaybı, bilimsel çalışma yapacak insangücünün yurtdışına göçmüş olmasıdır. Yazının başında adı geçen Aziz Sancar bunun en çarpıcı örneğidir. Türkiye’nin sınırlı olanakları içinde, ailelerinin varını yoğunu ortaya koyarak yetiştirdiği gençler, yeteneklerini ve bilgi birikimlerini ancak Batı’daki araştırma merkezlerinde değerlendirebileceklerini görerek uzaklaştılar. Bugün de ne yazık ki liselerimizde ve üniversitelerimizde yetişen en başarılı, en yetenekli gençlerin çoğunun ufkunda kendi yurdunda araştırma yapmak yok. Batılı devletlerin uyguladığı vakum politikası, bizim gibi ülkelerdeki insan gücünün adeta kaymak tabakasını ustalıkla ve yıllar içinde geliştirilmiş binbir yöntemle kendi bilim ve araştırma merkezlerine çekmektedir.


Doçentlik ve profesörlük için yayın koşulu getirilmesinin zorlamasıyla Türk akademisyenler bilimsel yayınlar ve makaleler konusunda bir dönem epey ilerleme
kaydetmişti. Ama “maksat yayın olsun, dosya dolsun” diye yapılan bu yayınların dünyadaki araştırmacılar arasında pek ilgi ve heyecan yaratmadığı, yeterince atıf almadığı kısa zamanda ortaya çıktı. Laboratuvarlardaki çalışmaların patente dönüşmediği ve üretime yansımadığı, en önemli yararının kişisel unvan ve pozisyon kazanmak olduğu görüldü.

 


ULUSAL STRATEJİ ZORUNLU

 


Günümüzde bilimsel çalışmalar, büyük bütçeler ve farklı dallarda iyi yetişmiş bilim insanlarının iyi örgütlenmiş ortak çabalarını gerektirmektedir. Bu nedenle “silikon vadisi”, “CERN projesi” gibi örnekler geliştirilmektedir. Kaynakları sınırlı bir ülkenin bilimsel araştırmalarda atılım yapabilmesinin en önemli koşulu, bilim ve teknolojiye ayırdığı kaynakları ulusal önceliklerine göre ve çok iyi düzenlenmiş seçkin projelerde kullanmasıdır. Küba’nın ulusal gereksinimi nedeniyle ambargo altında uzun yıllar önce kurduğu moleküler teknoloji merkezleri ve aşı endüstrisi bunun tipik bir örneğidir. Oysa Türkiye bir zamanlar TÜBİTAK aracılığıyla bilim ve teknolojide ulusal strateji belirlemek, ona göre insan yetiştirmek ve kaynak kullanmak olarak saptadığı rotadan çok uzaklaşmıştır.TÜBİTAK dergisinden Evrim Kuramı’nın çıkarılması, sonunda Türkiye’nin en gözde araştırma merkezlerinin FETÖ karargâhı haline gelmesi bu sapmanın sonucudur.

 

Bilim ve teknolojide atılım yapmamızın birinci koşulu, sanayileşmeden tarıma, ulaşımdan haberleşmeye tüm alanlarda kendine yeterli olmayı ve çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmayı vazgeçilmez bir hedef olarak belirlemektir. Bunun tek çaresi, öncelikle bilimi yolgösterici olarak benimsemektir. Milli hedefler, eğitimde de milli politikalar ve bu hedeflere kenetlenmiş kadrolar (Yöneticiler, araştırmacılar, uygulayıcılar) gerektirir. Bugün ne yazık ki Türk akademisi tümüyle
kısa erimli bireysel hedeflerine kilitlenmiş yöneticiler, araştırmacılar ve uygulayıcılardan oluşmaktadır.

 


İKLİM DEĞİŞİRSE BAŞARI GELİR

 


Bir zihniyet devrimi yapmak, okul öncesi eğitimden yükseköğretime kadar, eğitimi tepeden tırnağa yeniden örgütlemek gerekir. Üniversitelerin önüne ulusal hedefler için görevler konulduğunda ve bilime eski itibarı geri verildiğinde kısa sürede bu anlayış devriminin meyveleri toplanacaktır. Türk gençleri ve akademisyenleri uygun iklim sağlandığında ve fırsat verildiğinde büyük başarılar kazanabildiklerini geçmişte Türkiye’de, bu dönemde ise yabancı merkezlerde kanıtlamıştır.

 

Ülkeyi yönetenler gibi eğitim kurumlarını ve üniversiteleri yönetenlerin de bu anlayıştan uzak oldukları, yalnızca iktidar olmanın kısa süreli sorunlarına odaklandıkları açıktır. Cumhuriyetimizin devrimci mirasından güç almak bir yana, Cumhuriyet’le kavgadan enerji ve politik güç almaya çalışmaktalar. Ülkenin ve Türk üniversitelerinin birikimiyle üretimi arasındaki orantısızlık sorunu ancak politik düzlemdeki bir müdahaleyle çözülebilir.

 


KARAR MİLLETİN

 

Bu değişikliği üniversiteden beklemek gerçekçi değil. Halk bağımsız ve güçlü bir ekonomiye sahip, gelişmiş bir sanayi ve tarım toplumu, ulusal güvenliğini modern
bir savunmayla sağlayan, uygar ve kültürlü bir millet olarak yaşamak istiyorsa buna uygun bir yönetime yol verecektir. Bu yapılana dek üniversite ve bilim dünyamızın sancıları dinmeyecek.

Tarih:
Diğer Haberler