Şair yazar Attilâ İlhan’ı 16 yıl önce bugün 80 yaşında kaybetmiştik. Her canlı gibi yaşadı, eserler bıraktı ve 10 Ekim 2005 günü aramızdan sessizce ayrıldı. Ölümü büyük ses getirdi. Kalabalıklar Nişantaşı Camii’ne toplanarak ona karşı son görevini yaptı. Ben de onların arasındaydım. Beni de etkilemiş bir aydındır. Cumhuriyet tarihi üzerindeki irdeleyici ve yol gösterici sohbetleri bana Cumhuriyet tarihini sevdirdi. Daha fazla ilgilenmemi sağladı. Mustafa Kemal Paşa’yı iyi anlayan Kemalistlerdendi. “Dip dalgası geliyor” sözü meşhurdu. Halka inanan ve halkın gücünü bilen bir insandı. Değiştirici ve dönüştürücü gücü başka yerlerde değil, bizzat halkında aradı ve buldu. Ona işaret etti. Onun için çok sevildi. Her dönem okunacak ve ele alınacak isim…
FİKİRLERİYLE ÖNE ÇIKTI
Türk edebiyatında onun yeri ayrıydı. Son zamanlarda şiirleriyle değil fikirleriyle öne çıkan bir aydındı. Aydın gibi aydın! Ayakları bu topraklara sağlam basan bir aydın. Batı’yı iyi biliyordu. Ama asla Batı’ya tapıcılardan olmadı. 1948-60 arasında aralıklı Paris’te yaşadı. Burada fikir dünyasını geliştirdi. Ancak dostum Ercüment Hüsnü Baki’nin değimiyle, “Paris’te kaldıkça ne kadar Türk olduğumu anladım” diyenlerdendi. Sağlam Cumhuriyet dokusuna sahipti. Fikri düşünceleri nedeniyle daha lise yıllarında polis ve adliye arasında gidip geldi. Tabi bir de cezaevine… Bu dönümden ölümüne kadar yaşadıklarını ve hissettiklerini şiirlerine aktardı. Bazı şiirleri büyük etki yaptı. Dillerden düşmedi.
1925 Menemen doğumluydu. Ailesi Yunan işgalini yaşamıştı. Dedesinin evindeki kurşun izlerinin durduğunu söylerdi. Efe ruhluydu. Kuvayı Milliye ve devrimci Cumhuriyet’in bir parçası oldu. Onları eserlerine yansıttı. Hangi Atatürk? serisi kitaplarıyla fikren de bu alana katkıları oldu. Sorgulayan ve eleştiren bir yanı vardı. Gazetecilik ve editörlük de yaptı. Bu nedenle yolu İstanbul ve Ankara’ya düştü. Sinema filmleri için senaryolar da yazdı. Yetenekliydi. Yayın dünyasının tam ortasında yer aldı. Bu nedenle İstanbul Hukuk Fakültesi’ni de bitiremedi. 8 yıl kaldığı İzmir’de Demokrat İzmir gazetesini çıkardı. Yayın yönetmeni ve başyazarlığını yaptı. İzmir basınında onun çıkardığı gazete hâlâ anılır.
ÜRETKEN AYDIN
Son yıllarda onu TRT’de başlayan ve daha sonra özel kanallarda sürmek zorunda kaldığı “Attilâ İlhan’la Zaman İçinde Yolculuk” programıyla tanıdık. Çok iyi sohbetçiydi. Küçük kartonlara aldığı notları o güzel üslubuyla tane tane ve üzerine basa basa anlatırdı. Atatürk ve Cumhuriyet tarihinden günümüze örnek olacak notlar aktarırdı.
Romanlar yazdı. Milliyet, Güneş, Meydan ve Cumhuriyet gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 6 film senaryosu, 7 televizyon dizisinin senaryosunu, 12 şiir kitabı, 3 şiir albümü, 6 roman, birer öykü ve gezi kitabı, 7 Aynanın İçindekiler serisinde kitaplar, 8 adet Anılar ve Acılar serisinde kitap, 10 adet Attilâ İlhan’ın Defteri serisinde kitap, 5 adet Cumhuriyet Söyleşileri kitabı, 3 çeviri eseri yayımlandı. Hakkında da 21 kitap yazıldı.
Dolu dolu yaşadı. Yaşadıkça yazdı. O düşünmek ve yazmak için doğmuştu. Bu çalışmalar içinde hayata veda etti. Eserleriyle yaşıyor. Lakabı “Kaptan” idi. Gerçekten de her alanda kaptan oldu. Yol gösterdi. Doğru rota çizdi.
ONUN DÜŞÜNCE DÜNYASINDAN: HALK AYDINLARIN ÖNÜNDEDİR!
Attila İlhan, 2000'e Doğru dergisinden Tunca Arslan'la yaptığı görüşmede aydınların duruşuna ilişkin şunları söyler: "Türkiye'nin toplumsal dinamiğinin çok hareketli, çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Avrupa'nın en dinamik ülkesi. Bu dinamizmi büyük ölçüde halkta görüyorum. Aydınlar bitti. Aydın diye bir şey yok Türkiye'de. Halk aydınların önündedir. Türk halkı uyandı. (...) Çok ciddi bir Kuvay-i Milliyeci'yim. ABD emperyalizmine bu platformda karşı çıkıyorum. " (2000'e Doğru, 3 Kasım 1991, s.48-49.)
‘AYDINLARIMIZIN ÖNEMLİ KESİMİ CAHİLDİR’
"Bizim aydınlarımızın önemli bir kesimi kesinlikle cahildir. Benim bu konuda ne düşündüğümü bilirsiniz. Dünyada ne oluyor bitiyor, kesinlikle okumazlar, izlemezler. İkincisi muhakemeden yoksundurlar. Olay gözüne giriyor, onu doğru değerlendirip doğru sonuç çıkartamıyorlar. Aydınlarımızın büyük bir kısmı, inanışlarından önce menfaat peşindedirler. İşin püf noktası bu!" (Aydınlık, 18 Mart 1995, s.12.)
'ŞAİR DEYİNCE'
Şiir ve şair üzerine: "Biz bir şeyi değiştirmek için çok zorluk çektik: Türkiye'de şairle meczup birbirine karışmıştı. Şair deyince, ne dediğini bilmeyen, dangalak, ortalarda dolaşan bir adam tipi geliyordu akla. Toplumcu şairler kuşağı bunu değiştirmek için çok uğraştı. Fakat son iki nesil bunu tekrar perişan etti. Halkla hiçbir ilişkileri olmayan, halka yukarıdan bakan, birbirlerine dalkavukluk eden, küçümseyen tipler... Senin şiirin kalabalıklara intikal etmiyorsa, onlar o şiirle özdeşleşmiyorlarsa, sen niye yaşıyorsun ki? Yaşama daha iyi! İşte budur şairin halkıyla özdeşleşmesi. Fakat şimdi böyle dangalakça şeyler yazarlar tasfiye ediliyor halk tarafından, okunmaz hale geliyorlar, hiçbir işe yaramıyorlar. Ama 40 yılın Nazım'ı gene okunuyor, Arif'i okuyor. Bu ne demektir? Türkiye'de halk hâlâ toplumcu şairleri tercih ediyor demektir." (Aydınlık, 18 Mart 1995, s.13.)
BEYOĞLU AYDINLARI
"Uzun zaman Beyoğlu'nda yaşamak her Türk aydını için hayal olmuştur. Hele İstanbul dışındaki aydınlar, görmeden Beyoğlu hayranı olmuşlardır. Ben de İzmir'de büyüyen bir genç olarak, İstanbul'u hep hayal etmişimdir. 1941'de geldim İstanbul'a. İstanbul'u beğenmedim. İstanbul hem karanlık bir şehir, hem çok pis. İzmir daha aydınlık, ferah. Beyoğlu'na gelip de yürüdüğüm zaman ilk edindiğim izlenim, burası Türkiye değil hissiydi. Duvarlarda mütareke döneminde yaptırılmış, Fransız aparetiflerinin büyük reklâmları vardı. Birden farkettim ki, Beyoğlu'ndaki pastanelerin ismi Türkçe değil. Markiz, Lebon, Parizien... Bu, insana çağdaşlık hissini vermez. Bilinçli bir aydına sömürgede yaşıyorum hissi verir." (Aydınlık, 22 Ağustos 2004, s.14.)