Tarihler 20. yüzyılın başlarını gösteriyordu, yüzyıllardan beri dünyaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu artık çürümeye yüz tutmuştu. Avrupa, bilim adamlarının idam edildiği, kilisenin hegemonyası altındaki karanlık çağdan, Reform ve
Rönesans’la kurtulmuş, sanayi devrimiyle beraber yeni dünya düzenindeki emperyalist devletlere dönüşmüşlerdi. Osmanlı’da ise geçmişteki gibi Enderun’dan yetenekli ve kabiliyetli devlet adamları çıkmıyordu ve İmparatorluk tarihinin en gerici hükümdarı II. Abdülhamid hüküm sürmekteydi. İşgal edilen ve kaybedilen topraklar, Devletin birçok eyaletinde Abdülhamid karşıtı isyanlar, gazete ve dergilere olan sansürün had safhaya ulaşmasıyla, memleketin bu kötü gidişatını durdurmak isteyen, İttihat Terakki’nin eli iyice güçlenmişti. Bu sebeplerden ötürü Makedonya’nın Resne bölgesinde, İttihat Terakki önderlerinden Niyazi Bey yanında birçok hürriyet fedaisi ile beraber dağa çıkmıştı. Abdülhamid’in isyanı bastırmak için gönderdiği kuvvetleri bertaraf eden Niyazi Bey, Abdülhamid’i, Meşrutiyeti ilan etmesi için zorlamıştı. Nitekim de belirli bir zaman sonra Abdülhamid, Meşrutiyet’i ilan edip Mebusan Meclisi’ni tekrardan açtırmıştır.
Balkanların Durumu
19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başları, Balkanlar için ayaklanmalar dönemi olarak nitelendirilebilir. 1789’da meydana gelen Fransız Devrimi, Avrupa’da eşitlik, özgürlük, bağımsızlık ve milliyetçilik gibi birçok yeni düşüncenin ortaya
çıkmasına neden oldu. Ortaya çıkan bu yeni düşünceler kısa sürede, bütün dünyada olduğu gibi Balkanlar’da da hızla yayıldı. Fransız Devrimi’nin yanı sıra Çarlık Rusya ve İngiltere, Osmanlı’nın hâkimiyeti altında yaşayan milletleri (Bulgar, Yunan vs.) aralarında yaptıkları gizli antlaşmalarla kışkırtmaya başlamıştı. 20. yüzyıldaki sistematik ayaklanmalardan önce 19. yüzyılda da Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan gibi Balkan eyaletlerinde daha çok vergilerin toplanması ve birtakım ekonomik sebeplerden ötürü ufak çaplı ayaklanmalar olmuştu. Ama artık daha büyük ve emperyalist devletlerin desteklediği ayaklanmaların olacağı döneme girilmekteydi.
Kaçınılmaz Savaşa Giderken Osmanlı’nın Durumu
Balkan Savaşı’na doğru giderken Osmanlı Devleti’nin içi çalkantılıydı. 1908 yılındaki II. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında siyasi çatışmalar hala devam etmekteydi. Mebuslar Meclisi’nde, İttihat Terakki’ye karşı, Hürriyet ve İtilaf
muhalefet konumundaydı. Diğer bir sorun ise, Trablusgarp’ta, Osmanlı gönüllü müfrezeleri ile İtalyanların çarpışmasıydı. Bir yandan Trablusgarp’ı işgal eden İtalyanlar diğer bir yandan ise 12 Ada’ya saldırmıştı. Osmanlı aynı anda hem 12
Ada’ya saldıran İtalyan donanması ile uğraşmakta, hem de Trablusgarp’a, askeri destek sağlamaktaydı. Bununla beraber, Yemen de çıkan isyanı bastırmak için, Balkan Vilayetlerinde olan askeri birliklerin bir kısmı isyanı bastırmak için
Yemen’e gönderildi. Zaten birçok yerde savaş veren Osmanlı Ordusu, olası bir balkan savaşı kapıdayken, orduyu yine bölmek zorunda kaldı. Trablusgarp Savaşı, I. Balkan Savaşı’nın başlamasından 2-3 gün sonra sona erdirilebildi.
Afrika Kıtasındaki son kara parçası olan Trablusgarp, elden çıkmıştı, Ege Denizi’nde bulanan 12 Ada ise, İtalya’dan antlaşma masasında geri alınabilecek iken; Balkan Savaşı’nda, Yunanlıların işgal etmesini önlemek için İtalyanlara bırakıldı.
Mebuslar Meclisi’ne sunulan ordu reformları ise İttihat Terakki’ye muhalefetolan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndan dolayı tam olarak gerçekleştiremedi. Almanların yardımıyla, orduda bir takım düzenlemeler yapılmışsa da, istenilen seviyede değildi. Ordu iki tür birlikten oluşmaktaydı; İlki, “Nizam” denilen, iyi ve donanımlı askerlerden oluşmaktaydı, diğer birlik “Redif” denen takviye askerlerden oluşmaktaydı. Redifler; disiplinsiz, tecrübesiz ve eğitimsizdi. Mevcut duruma bakınca hala ordunun birçok yerinde sıkıntılar devam etmekteydi. Askerlerin eğitimlerinde sorunlar mevcuttu. Bunun hakkında, Balkan Savaşı’nda 3.Kolordu’nun kumandanı olan Mahmut Muhtar Paşa şunları söylemektedir;
“Nizamiye birliklerimizin de eğitimi çok eksikli; ordunun hiçbir bölümünde bir yıllık düzenli eğitim dönemi uygulanmamıştı. Çünkü taburlar parça parça seferber edilip değişik yerlere gönderilerek ayaklanmaları bastırmaktan ve polis, jandarma görevi görmekten eğitim ve alıştırmaya zaman ve olanak bulamazdı.” [1]
Orduda yıllardır görev alan ve yaşlı insanlar bulunmaktaydı. Bu askerlerin tecrübesi ne kadar çoksa, genç askerlerin tecrübesi de bir o kadar azdı. Bir diğer sorun ise Rumeli ve Balkanlardaki, Osmanlı demiryolu ağının asker ve
mühimmat taşımak için yetersiz durumda olmasıydı. Bu yüzden Anadolu ile Balkanlar arasındaki bağlantı sağlanamıyordu. Deniz yolunda ise Yunanlılar donanmalarını geliştirmişti, Osmanlı’nın deniz yolunu kullanması pek de mümkün değildi.
İşte Hezimet
Trablusgarp Savaşı’nın sürdüğü sıralarda bazı isyancı Arnavutları koruyan Karadağ, Osmanlı’nın, sınırlarına girdiği gerekçesiyle, 8 Ekim 1912 günü, Osmanlı’ya savaş ilan etti. Osmanlı Hükümeti ise 18 Ekim’de Karadağ ile onunla aynı cephede savaşa giren diğer Balkan devletlerine savaş açtı.
Doğu Trakya’daki Doğu ordusu ile Makedonya’daki Batı ordusundan ibaret olan Osmanlı Kuvvetleri, tüm hazırlıklarını eksiksiz olarak tamamlamış Balkan devletlerinin ordularına hazırlıksız yakalandı. Doğu ordusu ve ona bağlı 3. Kolordu 23-24 Ekim günü Bulgarlar ile savaşırken günlerce yiyecek bir parça bile ekmek bulamamalarından, yağan yağmur ve soğuktan artık donacak hale
gelmelerinden ötürü askerler aniden Lüleburgaz – Karaağaç hattından, Çatalca hattına doğru geri çekildiler. Eğer Türk ordusu imha edilmediyse, bunun sebebi düşmanın geri çekilişten haberi olmaması. Çünkü ne fırsattan yararlanmış ne de Türk ordusu tarafından boşaltılan bölgeleri bile işgal etmemişti. Düşmanın, İstanbul’u işgal etme hayalleri 17-22 Kasım’da, Çatalca’da verilen başarılı savunma ile sona erdi. Batı ordusu ise, Doğu ordusu gibi olumsuz hava şartlarına hazır olmadığı gibi, yeterli erzak ve donanıma(mühimmat) sahip değildi. 23-24 Ekim’de Sırp saldırılarına karşı koyamayarak yenildi ve Arnavutluk’a doğru dağınık bir şekilde geri çekildi. Selanik’teki ordu ise düşmana tek bir kurşun bile sıkmadan, Yunanistan’a teslim oldu.
Sonuç olarak, savaş büyük bir hezimetle kaybedilmiş. Bulgarlar, Trakya’nın büyük bir kısmını, Sırplar, Priştine, Üsküp ve Manastır’ı, Yunanlılar, Serfice, Selanik, Bozcaada, Sakız ve Midilli Adalarını, Sırplar ve Karadağlılar ise Arnavutluk’u işgal edip, paylaştılar. 30 Mayıs 1913’de toplanan Londra Konferansı – Antlaşmasına göre;
1- Osmanlı Devleti’nin batı sınırı Midye – Enez hattı olacaktır.
2- Selanik, Güney Makedonya ve Girit, Yunanistan’a verilecektir.
3- Orta ve Kuzey Makedonya, Sırbistan’a bırakılacaktır.
4- Ege Adaları’nın geleceği saptanması büyük devletlere bırakılacaktır.(Fiilen kaybedilmiştir.)
En önemli kayıplar da kuşkusuz, Osmanlı Devleti’nin, Avrupa’ya açılan kapısı,Selanik ve 2 Kasım’dan, 26 Mart’a kadar 5 ay boyunca, düşman kuşatmasına direnen ama destek gelmediği için çaresizce Bulgarlara teslim edilen, devletin 88 yıl başkenti olan Edirne olmuştur.
Savaş Neden Kaybedildi?
Aslında savaşı başlamadan önleyebilirdik ama muhalefetin vatansever ve savaşçı geçinen yöneticileri “Ölürüz, hakkımızı vermeyiz” türünden çığlıklarıyla tek çarenin savaş olduğu millete empoze edildi. Ama savaş nidalarını atan muhalefet yönetiminin aklına, ordunun eğitimsizliği, savaş yönetecek subayların azlığı, olmayan erzak ve mühimmat hiç gelmedi. Mahmut Muhtar Paşa bu konu hakkında şunu söylemektedir:
“… İki de bir kesin bir sayıymış gibi, var olmayan otuz milyonluk Osmanlılıkla övündük. Ne yazık ki üç yüzyıldan beri çeşitli bozgun, acınacak durum ve eğitimsizlik aynası olan tarih sayfalarımıza bakmayarak, Sürekli altı yüzyıllık şan ve şereften söz edip, yüksekten uçarak kendimizi aldatmaktan bir an bile geri kalmadık.” [2]
Bütün eksiklerin farkında olup ama giderilmeden başladı savaş. Kimi yerlerde soğuktan ve açlıktan birçok asker kaybedildi, Kimi yerlerde günlerdir yağan yağmur sonucu olmayan yollarda oluşan çamur sonucu erzak ve mühimmat cepheye götürülemedi, Kimi yerde ise yetersiz bakımdan ve salgın hastalıktan birçok asker hayatını kaybetti. Son olarak 3. Kolordu’nun Komutanı Mahmut Muhtar Paşa’nın savaşı özetler niteliğindeki sözleri;
“… Bu olay da gösteriyor ki bizi Bulgarlar değil, kendi kötü yönetim ve anlayışımız yendi.” [3]
Sonuç olarak
Birinci Balkan Savaşı, önümüze büyük dersler koymaktadır. Bâb-ı Âli Baskın’ınınönemini daha da artırmaktadır. İttihat Terakki yönetime el koymasaydı, İkinci Balkan Savaşı’nın akıbeti de, Birinci Balkan Savaşı’ndan farklı olmayacaktı. Bâb-ı Âli Baskını’na kadar “Denetleme İktidarı” pozisyonunda olan, İttihat Terakki, baskından sonra iktidar olmuş, ordu da eski ve çökmüş düzeni kaldırmış, devrimci ve genç subayların gelmesini ve ordunun modernleşmesi sağlamış. İlk olarak İkinci Balkan Savaşı’nın, sonrasında Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nı kazanan kadroların yetişmesini sağlamıştır.
Umut Gör
Dipnotlar:
1. Hochwachter , Gustav von, balkan savaşı günlüğü “Türklerle Cephede”, İş Bankası Kültür Yayınları, 4.Basım, Kasım 2015, S.21
2. age, S.16
3. age, S.29
4. Troçki , Lev, Balkan Savaşları, İş Bankası Kültür Yayınları, 2.Basım, İstanbul, 2012
5. Nezir, Seyit, Balkan Savaşı ne provasıydı?, http://www.aydinlikgazete.com/balkan-savasi-ne-provasiydi-tamami-makale,16737.html
6. Dolapçı, Ercan, 1.Dünya Savaşı’na macera için mi girdik!, http://www.aydinlikgazete.com/gundem/1-dunya-savasina-macera-icin-mi-girdik-h44584.html
7. Berkil Mustafa, Berke, O yazıya itiraz var, http://odatv.com/n.php?n=o-yaziya-itiraz-var-2401161200