YAZAR
Herkesin bildiği gibi ülkemiz bir ekonomik kriz ile karşı karşıya. Son günlerde de doların 12, 13 liraya çıkması üzerine sokağa çıkan gruplar oldu. Biz de bu yazımızda sokağa çıkan gruplar, ekonomik krize yönelik tepkileri ve bu krizin çözümlerini konuşacağız.
BELİRLEYİCİ OLAN EYLEMDİR
Doların değeri 12, 13 Türk lirasına çıkıyor ama şunu da görmek gerekiyor. ABD, doları bir sopa olarak kullanıyor. Türkiye'nin bağımsızlık yolunda izlediği politikalar ABD'nin çıkarlarına ters düşüyor. ABD'nin kendine kukla ettiği PKK'yı ezmemiz emperyalizmin bölücü faaliyetlerine darbe vuruyor. Komşu ülkelerimizle, mazlum milletlerle işbirliği içerisine girmemiz, Rusya'dan S400 almamız, ABD'nin gücünü kırıyor. Yalnızlaşan ABD, dolar üzerinden Türkiye'ye sancılı süreçler yaşatmaya çalışıyor. Ekonomini mahvederim diyor ve dolar sopasını gösteriyor. Tersi bir durum üzerinden açıklamaya çalışırsak: Ali Babacan'ın başında olduğu ekonomi politikaları, yani Türkiye'nin Atlantik'te yer aldığı zamanlarda dolar neden yükselmiyordu? Çünkü Türkiye ABD'nin sözünden çıkmıyordu ve bunun yanında sıcak para ile günü kurtaran politikalar izleniyordu ve dolar, Türk lirası karşısında bu kadar değer kazanmıyordu. Yani dolar sadece basit bir para birimi değil. ABD'nin haraç sistemi, sözünden çıkan ülkelere gösterdiği ve kullandığı sopasıdır.
Ekonomimizin iyi olmaması da bir sorundur. Dolar 13'ü görür görmez bir anda sokaklara çıkan gruplar oldu aslında bunların hangi gruplar olduğu da açık. Mesela Merkez Bankası faiz düşürdü diye Merkez Bankası önünde eylem yapan (TİP) Türkiye İşçi Partisi vardı. Evet yanlış okumadınız kendisini sözde "sosyalist" olarak nitelendiren bir parti faiz indirdi diye Merkez Bankasını protesto etti. Peki, faiz nedir? Ekonomi biliminde iki anlamda kullanılır. Birinci anlamda faiz, bir borç anlaşmasının satışı sonucu elde edilen gelir oranıdır. İkinci anlamda ise üretim amaçlı girdi olarak kullanılan sermayenin gelir oranı. Bu ekonomik terimlerden ayrı olarak basit bir örnek verelim. Örneğin 20.000 liramız var, bunu faizi en yüksek banka ya yatırdık ve faiz ile birlikte zamanla paramız 25.000 oldu. Yani bir emek sarf etmeden paramızın üzerine beş bin lira eklendi. Tabi bu faiz işi daha da büyütenler var, yani Faiz lobisi, yüksek faiz oranları sayesinde kolay ve yüksek kâr kazanma peşinde olan kişi veya kuruluşlar. Yani faiz indirmek bu kişi veya kuruluşların emekçinin hakkından eksilen paraların kendi cebine girmesine engel oluyor. Böyle bir tablo karşısında emekten, emekçiden yana olması gereken sözde sosyalistler faiz indiriminin karşısında oluyorlar. Sosyalizmdeki "Herkesin katkısına göre" dağıtım ilkesinde bireysel ödemenin o kişinin emek ve üretkenliğine bağlı olduğuna ve emeğinin toplumsal üretime katkısına yansımasına atıfta bulunulur.
Bu ilke kapitalizmdeki dağılım ve ücret yönteminin aksine, özel mülkiyete sahip kişilerin faiz, kira veya kâr şeklinde gelir elde etmesini yasaklar bunu toplumsal bir üretim olarak tariflendirmez. Yani sosyalizm faizden gelir elde etmeyi bile yasaklarken sözde sosyalistler faizden zengin olanların yanında yer alarak, faizi indiren Merkez Bankası'nı protesto ediyorlar.
Bu çelişmenin dahası, emperyalizmin ekmeğine yağ sürecek kaos ortamını yaratmaya çalışmaları oldu. (TKP) Türkiye Komünist Partisi o gece sokağa çıkıp bir kargaşa ve kaos ortamı yarattı.
ABD'nin, Türkiye'de tam da yapmak ve yaratmak istediği bu kaos ortamı değil mi? Evet, kendisine "solcu" diyenler Amerika'nın planları içerisinde yer aldılar. Müstesna devrimcilerden Hasan Yalçın Neoliberal Sol kitabında; "Eylem belirleyicidir. ne yaptığımız, düşündüğümüzden her zaman daha büyük önem taşır." diyor. Ne yazık ki kendisine "solcu" diyen bu partilerin ABD emperyalizmine karşıyız söylemi lafta kalıyor, eylemlerinde ABD emperyalizminin planları içerisinde yer alıyor, ABD'nin desteklediği eylemler yapıyorlar.
Tam bağımsızlık ortasında, antiemperyalist eylem çizgisi Türkiye'nin çözümüdür. Ancak CHP, İP, Deva ve Gelecek Partisi gibi partilerin çözümleri yok. Çözüm diye sundukları şey erken seçim. Seçim yapılsın, biz iktidar olalım gerisini bir şekilde hallederiz mantığıyla gidiyorlar, somut bir çözümleri yok. Ki zaten sorun sandık meselesi de değil, iktidar da değil. Sorun sistem, Türkiye hangi sistemde yer alacak, mesele bu. Bugün emperyalizme taaruz mevzisinde olmayanlar, Türkiye'yi Atlantik sistemine sokmaya çalışan karşı mevzide yer alır. CHP, İYİP, Gelecek Partisi, Türkiye'nin bağımsızlığından yana değiller, Türkiye'nin bağımlılığından yanalar. Bu partiler ABD'ye bağımlı olalım istiyorlar. Çözümü ABD sisteminde görüyorlar. ABD bize ne derse onu yapalım, git derse gidelim, dur derse duralım bu partiler bunu istiyorlar. Amaçları bağımsız ve güçlü bir Türkiye olmadığı için ha kendileri Türkiye'yi atlantik sistemine dahil etsin ha başka parti fark etmiyor. Yeter ki o Atlantik sisteminde yer alalım. O zaman ekonomimiz düzelecek, özgürlük gelecek, barış gelecek, demokrasi gelecek düşüncelerindeler.
Türkiye her cephede Doğu Akdeniz'de, Suriye'nin kuzeyinde, Karadeniz'de ABD ile savaşıyor. Bu verilen savaş Türkiye'ye zaferler kazandırıyor. ABD'nin BOP haritası çöplüğe gidiyor, FETÖ eziliyor, PKK son nefesini vermek üzere. Türkiye, ABD ile savaşında zaferler kazanıyor. Muhalefet ise iktidar olmak için yenilen, kaybeden ABD'ye sarılıyorlar, ABD'den onları iktidara getirmelerini dileniyor. O yüzden, KHK buluşmaları yapıp FETÖ'ye özgürlük istiyorlar, HDP/PKK ile ittifak yapıyorlar, BOP'un eş başkanlığına adaylık koyup, BOP'u yapacağız diyorlar. Çözümleri olmadıkları için bu haldeler. Çözümleri olmadıkları için ABD'nin kaos planlarında, iktidar planlarında yer alıyorlar. Çözümsüzlükte debeleniyorlar. Bizim görevimiz çözümlerimizi iktidar taşımak ve Türkiye'yi yönetmektir. Türkiye'yi bu emperyalist saldırılardan, ekonomik saldırılardan başı dik ve tam bağımsız bir ülke olarak çıkarmak görevimizdir.
ÇÖZÜMSÜZLÜKTE DEBELENMEK DEĞİL ÇÖZÜM GETİRMEK
Peki çözüm ne? Bir çözümümüz var ise bunu her yerde söyleyeceğiz. Kaos ortamı yaratarak değil çözümleri devletin önüne koyarak ya da devleti yöneten bir iktidar olarak çözümlerimizi uygulayacağız. Çözüm ise üretmekten, kamucu bir ekonomi izlemekten geçiyor. Kamucu ekonomi'den kısaca bilgi vermek gerekirse;bir ülkenin kalkınmasının, gelişmesinin "devlet" girişimiyle olababileceğidir. Bu kamucu uygulamalara bir örnek verelim.Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT)’ler. Ne yapıyordu kitler? İplik üretiyordu, bez üretiyordu, şeker üretiyordu, demir çelik üretiyordu, maden çıkartıyordu, elektrik üretiyordu KİT’ler, buğdayımızı pamuğumuzu alıyordu, etimizi sütümüzü işliyordu, milyonlarca işçinin ekmek kapısıydı. Çarşılarımızın müşterisi KİT’lerde çalışıyordu. Kamuculuğun uygulanmaması ve KİT'lerin kapatılması ile samanı bile dışarıdan alır hale geldik. Artık dövizimiz yetmiyor, zorlanıyoruz. Dışalım da pahalılaştı.Yani mevcut ekonomi işlemiyor, çözüm kamucu ve üreten Türkiye'yi gösteriyor.
Kaynaklarımızı üretime sevk etmeliyiz. Kaynakların üretime sevk edilmesi de tasarruf ile mümkün olur. Devlet politikaları, vergi politikalarıyla, maaş politikalarıyla, para politikalarıyla, enflasyona ilişkin tavırlarıyla devlet bir tasarruf sağlayacak. Tabi lüks harcamalarda da (Makam arabaları, özel uçaklar gibi örnekler verebiliriz) kısılacak. Hem halk hem devlet tasarruf edecek ki kaynaklarımızı üretime sevk edebilelim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ekonomik kurtuluş savaşındayız sözleri, MHP genel başkanı Devlet Bahçeli'nin 1980'de kurulan neoliberal sistem çıkmazda sözleri de bize bugün Türkiye'yi yöneten güçlerin de üreten ve kamucu ekonomi çözümlerini uygulayacaklarını gösteriyor. bu çözümlerin uygulanması bir zorunluluktur. Üreten Türkiye, gelişen ve büyüyen bir Türkiye demektir. Türkiye Gençlik Birliği ve Türkiye Liseliler Birliği olarak bunun farkında olduğumuz, genç işsizliğin olduğunu ve gençliğin üretime katılmasının gerekli olduğunu gördüğümüz için gerçekleştireceğimiz "Çalışan gençlik, üreten Türkiye kurultayına" tüm halkımızı da davet ediyoruz.