

YAZAR
Eleştiri nedir? Hepimizin aşina olduğu bir kelime değil mi? Fakat sözlük anlamı? bir insanı, bir konuyu, bir yapıtı, doğru ve yanlış yönlerini bulup göstermek ereğiyle inceleme işi.
Eleştiri! Bir kitap okuruz, bunu eleştiririz. Bir resim görürüz, eleştiririz! Peki siyasette eleştiri olur mu? Elbette olur, eleştiri sınırsız bir kavramdır. İnsanoğlu bir şeyleri eleştirdikçe, birtakım yargılarda bulundukça kendini ve karşısındaki fikri geliştirebilir. Peki eleştirinin ne demek olduğunu gerçekten kaçımız doğru biliyoruz? Ya da kaçımız önce kendi işlerimizi veya fikirlerimizin doğruluğunu sorgulayıp karşımızdaki konuyu eleştirmeye başlıyoruz? İşte asıl sıkıntı burada başlıyor.
Eleştiriyi yanlış yapmak maalesef bir tek Türk insanının değil bütün insanoğlunun sorunu. Özellikle bu sıkıntıya gençlerde daha çok rastlıyorum. Kendi gözlemlerim doğrultusunda konuşacak olursam: Hepimiz lise sıralarında, ortaokul sıralarında “Eleştiri objektif olmalıdır.” lafını duyuyoruz ama kaçımız buna uyuyoruz? Gördüğümüz bir resme bakıp “Kolu yamuk olmuş, gözü kötü olmuş, o nasıl saç öyle?” gibi laflar etmesini biliyoruz ama bir gün biri bu hataları düzeltmemiz için elimize fırçayı verse klasik bahanemizi aynen yapıştırıp “Benim işim bu değil, ressamlar düşünüp düzeltsin bunu!” diyoruz. İşte siyasette de yaptığımız en büyük yanlışlardan biri bu! Az düşünülüyor siyasi bir mesele eleştirirken.
Akşamüzeri yemek masasında ailemizle haberleri izlerken, yarım yamalak kulak misafiri olduğumuz bir lafa körü körüne inanıp “Bilmem ne partisinin çözüm önerisini duydun mu? Geçmişte o ülkenin bize falanca dediklerini yok saymışlar bir de üstüne onlarla diplomasi yapacaklarmış!” diyoruz. Kritik bir mesele olduğunda “Bu adamın dediği kanun değil mi? Dağıtsın yargıyı alsın oyları!”, askeri bir meselede hemen klavyemizin başına geçip “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur! Türk ordusu yenilmezdir, basalım falanca ülkeyi gösterelim onlara Türkün hiddetini!” diyoruz. “Zaten orduyu yönetmek çok basit bir şey, tıpkı oyunlardaki gibi. Ne yani, savaşta yüz tane askerini kaybettiysen, bas yeni birimleri, gücünü arttır tekrardan. A ülkesi beni mi kınamış? Sen şimdi görürsün gününü, ben sana bir savaş açayım da gücümü gör! Muhalefet partisi benim hakkımda ileri geri konuşup, ülkenin bütünlüğünü mü tehdit ediyor? Ver emri, hepsi geçsin kılıçtan. Al sana sorun çözüldü…”
Keşke ülke yönetmek, diplomatik kararlar vermek bu kadar basit olsaydı ama maalesef yanlış yaptığımızda geri dönüp düzeltmemiz o kadar da kolay değil. Fakat yine de ısrarla siyaseti oynadığımız oyunlardaki gibi kayıt noktası varmış gibi kolay bir şey zannetmeye devam ediyoruz. Bundan yıllar önceki ve aşılmış, unutulmuş tarihi meselelerden dolayı hala Rusya’yı ve Çin’i düşman görüyoruz, zaten Batı tarafından yalnızlaştırılmak istenen Türkiye’yi bir de Doğu’da kendi kendimize yalnızlaştırıyoruz. Eğer diplomatik kararları tarihteki olaylara bakarak yapacak olursak hiçbir ülkeyle iletişim ve işbirliği kuramayız. Her olayı güncel olaylara ve o güne bakarak değerlendirmemiz gerekiyor.
Bir diğer mesele de “Ama işte A ülkesi bize şu sebeplerden dolayı destek oluyor, bunlar olmasa umurunda olmayız!” sözleri. Anlaşmalar ülkelerin çıkarları üzerine yapılır, kimse kimseye hayrına yardımda bulunmaz. Türkiye çıkıp herhangi başka bir millete “Biz Türkler sizleri çok seviyoruz, gelin size sizi sevdiğimiz için yardım edelim.” derse yine aynı şeyi savunacak mısınız? İşte burada da devreye şu saçma laf giriyor: “Türkün, Türk’ten başka dostu yoktur!” Türkün, Türk’ten başka dostları vardır, var olmuştur ve var olacaktır! Bu laf, bunu diyenlerin fantezi dünyalarındaki gibi Türkiye’yi güçlendirip kadim kılan bir şey değildir. Tam tersine Türkiye’yi güçsüzleştiren, savaşta yalnızlaştıran ve Türkiye’yi mağlubiyete mahkum eden bir söylemdir.
Bunun gibi daha nice, içinde en ufak bir strateji barındırmayan ideolojiler, sloganlar ve iddialar Türkiye üzerinde aynı etkiyi yaratmaktadır. “İndir gemileri Karadeniz’e girelim Kırım’a!”, “Ver emri alalım Yunanistan’ın kellesini!”, “Suriye’yi kendi bataklığında bırakalım, çürüsün gitsin!”, “Ekonomik güç kimse onlarla birlikte olalım!” (Ki bu mandacı bir söylemdir). “Rusya sıcak denizlere iniyor!”, “Çin bizi içten çökertecek!”, “İran’a güven olmaz!”, “NATO ile barışalım!” gibi deli saçması niteliğinde olan asılsız iddialarda bulunanlar ya daha yaşı küçük insanlardır ya yeteri kadar okuyup araştırma yapmamıştır ya da bahsi geçen Türkiye karşıtı güçlerin uşaklığını yapan görev adamlarından biridir. Hayatında askere gitmemiş hatta asker kaçağı bile olan insanlar olası kritik durumlarda hemen klavyelerinin başına geçip “Türkün gücünden korkun! Bu devlet neyden çekiniyor? Ver emri günlerini gösterelim.” diyor ardından açığa çıkan bu sözde “Milli” duygularını bastırmak için Call Of Duty oynamaya başlıyor. Savaş, Battlefield, Call Of Duty, Total War oyunlarındaki gibi bir şey değildir. Cepheye giden her Mehmetçiği evinde bekleyen bir annesi, babası, eşi ve çocukları var. Türkiye, bahsi geçen bu amaçsız savaş çabalarına girerse ne ülkede insan kalır ne de ortada Türkiye kalır. Bu gibi söylemlerde bulunacağımız zaman bunları göz önünde bulundurup, öyle konuşmamız gerekiyor.
Gelelim yukarıdaki söylemlere. Türkiye neden Suriye’de? Neden Suriye’den çıkmıyoruz? Biliyorsunuz ki Suriye bizim sınır komşumuz. Suriye’nin düşmesi demek, Türkiye’nin Güneyinde 2. İsrail devleti kurulması demektir. Suriye’nin düşmesi demek Amerikan ve “Batı” destekli terör örgütlerinin tamamının güçlenip, Batı Asya’da at koşturması demektir. Bu sebepten Türkiye, Rusya ve İran kendi güvenliklerini sağlamak için burayı savunmak mecburiyetindedirler. Ayrıca Amerika’nın besleyip büyüttüğü PKK’nın kamplarının Suriye’de olduğunu biliyor, PKK’yı bitirmek istiyorsak, terör inlerini yerlerinde kurutmamız gerekmektedir. Suriye’ye girmeyelim demek, PKK bitmesin demektir!
Türkiye Büyük Millet Meclisinde teröristlere, mandacılara, Atatürk düşmanlarına ve vatan hainlerine yer yoktur
Türkiye neden Çin’le, Rusya’yla, İran’la ve diğer Batı Asya ülkeleri ile müttefik olmalıdır? Bugün Türkiye NATO’dan ve Avrupa Birliği’nden ayrılıp Asya bloğunda yer almalıdır. Batıdan gelen emperyalist baskıları engellemenin tek yolu bu emperyalistlerle bizim gibi mücadele eden diğer ülkelerle birlikte olmaktan geçiyor. Türkiye, bugün birileri ile ilişkilerini düzeltmek istiyorsa ona yıllardır yaptırım uygulayıp başına PKK, IŞİD gibi terör örgütlerini açan, ülkemizi bölmeye çalışan, Türk milletini yok etmek isteyen ABD emperyalizmi ile değil, zamanında verdiği yanlış kararlardan ötürü ilişkilerini zedelediği bölge ülkeleriyle arasını düzeltmelidir. Aksi takdirde bundan 10-20 yıl sonra ortada tam bağımsız bir Türkiye görme ihtimalimiz yoktur. Aksine, “Küçük Amerika” hayallerine doğru ilerleyen Türkiye görebiliriz.
İç siyasete baktığımız zaman ise yapılacak şeyler oldukça kesin ve nettir. PKK’nın siyası ayağı HDP kapatılacak, ardından göğsünü PKK’ya siper edip HDP’yi bunun için savunan ve Türkiye düşmanı muhalefet yaratmaya çalışanlara hukuki uygulamalar gerçekleştirilecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde teröristlere, mandacılara, Atatürk düşmanlarına ve vatan hainlerine yer yoktur ve hiçbir zaman olmayacaktır! Gerçekleri gördüğü halde yıkılmakta olan “Amerikan rüyasına” inanarak hipnoz olanlar da bir an önce bu rüyadan uyanmalı ve ayaklarını Türkiye topraklarına basmalıdır.
Türkiye Liseler Birliği olarak Atatürk’ten, ülkemizden ve mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz! Siz de TLB üyesi olun bu mücadeleyi hep birlikte verelim. Doğru, gerçekçi, bilimsel ve en önemlisi sorumlu eleştirilerle Türkiye’yi daha güzel yerlere hep birlikte taşıyalım.
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyet'ini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.” -Mustafa Kemal Atatürk
TLB İstanbul İl Yöneticisi
Ata AKSU
talebe.org