Ulusal Egemenliğe Giden Yolda Genç Mustafa Kemaller -2

TLB Trabzon İl Başkanımız Veysel Oğuzhan Turgun yazdı.

Ulusal Egemenliğe Giden Yolda Genç Mustafa Kemaller -2

Mustafa Kemal bu genelgede milli egemenlik esaslarına dayalı milli bir devletin kurulması gerektiğini, Emperyalizme karşı topyekün mücadele edilmesini özellikle vurgulamıştır. Çünkü emperyalizmin tüm mazlum halkların celladı olduğunu, buna karşın en iyi yöntemin milli varlığa dayalı bir devlet kurulmasını herkesin anlamasını istemiştir.
“Görüyorsunuz ki bu yazdırdıklarım, çoktan vermiş ve dört gün önce Trakya’ya bildirmiş olduğum bir kararın Anadolu’ya da genelge ile bildirilmesinden başka bir şey değildir. Bu kararın 21/22 Haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve gizemli yeni bir karar olmadığı kolaylıkla anlaşılır sanırım.” [6]
Mustafa Kemal, Cevat Abbas’a hitaben şunu söyledi: “Arkadaşlara ver imza buyursunlar!”

İTİRAZLAR

General Ali Fuat direktif yazılırken dışarıda Ankara ile yazışmalarla meşguldü. Mustafa Kemal kendisini çağırttı: “Hamdolsun işlerimiz tamamlandı. Burada bulunmayıp ta kararlarımıza iştirakini temin eylediğimiz arkadaşlarla da muhabere ederek mutabakatı efkâr hâsıl olduğunu gördük. Öyle ise şimdi kararlarımızı imzalayabiliriz,” deyince Ali Fuat hemen imzaladı. Oysa, Rauf, nezaketle ve tevazu göstererek; “Henüz misafiriniz bulunuyorum. Onun için kendimde bir salahiyet; göremiyorum.”
Bu yanıta karşılık olarak da Mustafa Kemal: “Memleketin tanınmış bir evladısınız. Yazdığımız, yeni bir tarihin vesikasında imzanız bulunmalıdır” der demez Rauf imza atmıştır. Albay Refet çekingen durmaktaydı, Ali Fuat’a dönerek sordu: “Kongrenin icabında bir hükümet teşkil edeceği anlaşılıyor. Acaba siz de böyle mi anlıyorsunuz?” “Evet, kongrenin bir şeyi tetkik ve müzakere ettikten sonra milletin hürriyeti ve istiklâlini temin maksadıyle bir hükümet tesisi de lâzım geliyorsa bunu yapabileceğini ben de anlıyorum.”
Albay Refet yanıtında: “Bunu ancak açık bir tartışmadan sonra yapabiliriz. Ben itiraz ettim, çünkü bundaki niyeti anladım.” Ali Fuat Albay Refet’in sırtını okşayarak demişti ki: “Teorik konuşmayı bırak, Refet. İmzanı at.” Ali Fuat’ın yanıtı üzerine Refet itiraz etmedi. Mustafa Kemal’in uzattığı genelgenin altına imza attı.
Herhalde, bu meselede, ikna edilmesi en güç olan kimse Refet olmuştu. Refet’in gayet tenkitçi, kurnaz ve aynı zamanda ihtilalci ve son derece cesur bir tarafı vardı.[7] Sonuçta belli belirsiz de olsa Refet imzasını atmıştı.
Mustafa Kemal, Refet’in bu tavrına yani tereddüt içinde imzalamasına çok kızmıştı: “Ben müsveddenin yeni gelen arkadaşlarca da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı. Rauf Bey, konuk olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendinde bir ilgi ve yetki görmediğini, incelikle söyledi. Bunun bir tarihsel anı değerinde olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imza etti.
Refet Bey imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplamaktaki amaç ve yararı anlayamadığını söyledi.
İstanbul’dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın -tuttuğumuz yola göre- anlaşılması pek kolay olan bir işte böyle düşünüş ve duyuşu bana çok acı geldi. Fuat Paşa’yı çağırttım. Paşa, düşüncemi anlayınca hemen imza etti. Fuat Paşa’ya Refet Bey’in çekinmesi nedenini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa Refet Bey’i biraz sıkı sorgulayınca, Refet Bey müsveddeyi eline alarak kendine özgü bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki bunu bu müsveddede bulmak biraz zordur. “[8]

MUSTAFA KEMAL ERZURUM'DA

Mustafa Kemal’in Amasya’da işi bitmişti. Şimdi Erzurum’a geçmek lazımdı. Orada büyük bir kurultay yapılacak, yurt için önemli kararlar alınacaktı. Erzurum’a giden yolda Mustafa Kemal, hayatının en önemli kararlarından birini alacaktı: Askerlikten ayrılmak!
Gerçi İstanbul Hükümeti onu çoktan gözden çıkarmıştı. O, artık şerefli bir Osmanlı Subayı olarak değil de, bir vatan haini olarak görülüyordu. Halbu ki, hayatında en çok sevdiği askerliğini vatan için feda eden bir adama, nasıl hain denilebilirdi ki?
Erzurum Kongresi, 21 Haziran 1919 günü başladı. Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, onu Cemiyetin başkanlığında getirdi. Kongreye katılabilmek için bir yerden delege seçilmek lazımdı. Bunun için, kongreden Cevat Dursunoğlu, ve Emekli Binbaşı Kazım Beyler, kendi delegeliklerinden istifa ettiler. Onların yerine Mustafa Kemal ve Rauf Beyler geldiler. Kongre, Diyarbakır, Elazığ vilayetlerinden, hareketlerine mani olunan azalar dışında, Erzurum merkezinin gayretiyle hem Doğu Karadeniz, hem diğer Doğu vilayet ve ilçelerini temsil eden 54 aza ile çalışmasına başladı. Kongrenin başkanlığına oy birliği ile Mustafa Kemal getirildi.
14 gün süren kongrede şu tarihi kararlar alınmıştır:

1 — Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz!
2 — Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükûmeti’nin dağılması halinde, millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir!
3 — İstanbul Hükûmeti vatanı koruma ve istiklâli elde etme gücünü gösteremediği takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükûmet kurulacaktır. Bu hükûmet üyeleri millî kongrece seçilecektir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.
4 — Kuva-yı Milliye’yi etkin ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır!
5 — Hristiyan azınlıklara siyasî hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez!
6 — Manda ve Himaye kabul olunamaz!
7 — Millî Meclis’in derhal toplanmasını ve hükûmetin yaptığı işlerin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır!

Erzurum Kongresi, maddi varlığı ile büyük değilse de, alınan kararlar, çizilen yollar, içilen andlar bakımından, ve Milli Mücadele’ye zemin hazırlamak nazarından Mustafa Kemal’in zihninde büyük yer edinmesinden, fazlasıyla önem taşımaktadır. Ayrıca söylemek gerekir ki, Mustafa Kemal Milli varlığa dayalı bir devletin kurulması gerektiğini Erzurum Kongresi’nde de belirtmiştir:
“Mukadderata hakim olan milli bir iradenin, müdahaleden masun surette zuhuru, ancak Anadolu’dan beklenmektedir. Buna dayanaraktır ki, bir Şûra-yı Milli’nin vücudunu ve kuvvetini ancak milli iradeden alacak mesul bir hükümetin varlığını istemek, bilhassa son zamanlarda Payitahtın hemen bütün düşünürleri için sabit bir fikir haline gelmiştir. “

SİVAS'TA HAİN PUSU

Mustafa Kemal, Amasya’dan Sivas’a geçince İstanbul Hükümeti artık bu amansız ‘saçmalığa’ son vermek istedi. Bunun için, Elazığ valisi Ali Galip’i Mustafa Kemal’i tutuklamak için görevlendirdi. Yurdun düştüğü bu sıkıntılar içerisinde Mustafa Kemal ve yanındakiler, bir de hıyanet içindeki İstanbul Hükümeti ile uğraşıyorlardı. Aynı zamanda yolda kafilenin eşkiyalar tarafından kesilmesi büyük endişe uyandırıyordu. Para ve yiyecek sıkıntısı da yok değildi. Tüm bunlara rağmen Mustafa Kemal, “Devam edeceğiz!” gibi kati bir hüküm veriyordu.

MUSTAFA KEMAL SİVAS'TA

Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919’da başladı. Sivas Kongre’sinin düzenleneceğine tâ Amasya Genelgesi’nde karar verilmişti. O tarihten bu yana vilayetlere vekil gönderilmesi için talepte bulunulmuştu. Ancak, tüm vilayetlerden ancak 31 vekil gelebilmiştir. Sivas’ın kendi içinden bile sadece 1 vekil gelmiştir.
“Mustafa Kemal gelmeden Sivas’ta toplanan 25 kadar delege, kongreye sunulmak üzere özel bir muhtıra hazırlarlar. Halbu ki Mustafa Kemal için konu, Erzurum Kongresi’nin nizamnamesini ve esas gayelerini kabul etmek, Vilayat-ı Şarkıye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile Heyet-i Temsiliye’yi de, bütün vatanı kapsayacak yetkilerle teçhiz ederek milli bir teşekküle ve merkeze vücut vermekten ibarettir. Ama Mustafa Kemal, davasında yalnız gibidir. Hatta etrafında kendi liderliğine karşı, hem de kendi yakınlarından gelen bazı tertipler sezer.” [9]
Sivas Kongresi'nde alınan kararlar, daha önce gerçekleştirilen Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek tüm ulusu kapsar bir nitelik kazandırmış ve yeni bir Türk Devleti'nin kuruluşuna temel olmuştur; bu nedenle Sivas Kongresi'nin tarih önemi büyüktür.
TOPYEKÛN MÜCADELE
Milli Direniş Anadolu’nun her bölgesinde görülüyordu. Her bölge kendi cemiyetini kuruyor, kendi bölgesi için mücadele ediyordu. Mustafa Kemal’e göre bu şekilde bir mücadele herhangi bir sonuca ulaşmazdı. Ona göre bütün cemiyetler, teşkilatlar, tek çatı altında birleştirilip, öyle mücadele edilmeliydi. Yapılan kongreler ve toplantılarda bunu önemle vurguluyordu. Bunun içinde bir Millet Meclisi kurmanın, en iyi yol olduğunu görüyordu. Mükemmel bir teşkilatlanma, yurdu bu uçurum kenarından alabilirdi. Bunun için, hızla planını uygulamaya koyuldu. Ankara Heyet-i Temsiliye Cemiyeti adı altında Milli Mücadele yanlısı herkesi Ankara’da toplanmaya çağırdı. Anadolu’nun her köşesinden millet mebusları geliyordu. Kimi Milli Mücadele’ye destek olmak için, kimi de köstek olmak. Manda-himaye tartışmaları başlıyordu. Milli Mücadele’ye karşı olanlar, Galip devletlerin himayesinde bir süre idare edilmeyi buluyordu. Çünkü onlara göre Milli bir direnişin başarılı olması imkansızdı. Başarılı olsa bile, bağımsız, dinç bir devletin kurulabileceğine inançları yoktu. Diğer taraftan, Milli Mücadele’nin katî surette başarılı olacağına, Türk Milleti’nin esaret altına gireceğini şerefine yediremeyeceğine, aksi takdirde ölümü göğüsleyip kabul edip bu yoldan gidiyorlardı. Gerçi İlk Beşler’in içinde bile bu mücadeleye tam inançla bağlanmayanlar vardı. Mustafa Kemal, işte bu sıkıntıların arasında, gerçekten büyük bir ipi göğüslüyordu. Mustafa Kemal’in vizyonu, işte tam bu anda belli oluyordu.
Meclis’in açılışına kadar tartışmalar bu şekilde devam etti. Hâlâ para sıkıntısı vardı. Millet mebuslarının maaşı ödenmesi bir kenara dursun, yemek etmeye bile yetecek para yoktu. Mücadele’de önde gelenler, mal varlıklarını, hatta “kefen paralarını” bile vatanın selameti için feda ediyorlardı.
Tarihler 16 Mart 1920’yi gösterdiğinde İstanbul ‘resmen’ işgal edilmiş, Meclis-i Mebusan dağıtılmış, Rauf Bey (Orbay) tutuklanıp Malta Adası’na sürgün edilmişti. Bu durum, Milli Hareket’in hem işine yaramış, hem zarar vermiştir. Yararı, artık Türk Hükümeti’ni temsil eden bir meclis olmadığı için, Anadolu’da açılacak meclis kamuoyu önünde meşruluk kazanmıştı. Zararı ise, Anadolu’da Milli Mücadele’ye karşı kafalarında soru işaretleri olanlar derin kaygıya düşmüşlerdi. Ancak Mustafa Kemal bu kaygıyı da dindirmesini bildi.

Meclisin açılması için hazırlıklar tamamlanmış, meclis artık gün sayıyordu. Ancak, küçük ama önemli bir sorun vardı: Meclise henüz bir isim verilmemişti. “Kurultay”, “Meclis-i Milli”, “Meclis-i Âli”, beğenilen isimler arasındaydı. Söz sırası Mustafa Kemal’e gelince de “Efendiler, vereceğimiz isim, sade, anlaşılır, milli iradenin her şeyin üstünde olan bir güç olduğunu hissettirecek biri isim olmalıdır. Misal, ‘Büyük Millet Meclisi’ isminin, saydığım vasıflara malik olduğunu düşünüyorum.”
Mustafa Kemal’in önerdiği bu isim, en çok beğenilen isim olmuştu. Ve haliyle oy birliği ile kabul edildi.

MİLLET MECLİSİ AÇILIYOR

Tarihler, 23 Nisan 1920’yi gösterdiğinde Büyük Millet Meclisi, tüm dünyaya ilan edilmişti. Başta Ankara olmak üzere Anadolu’nun dört bir yanı şenlik yeri olmuştu. Milli Mücadele’de büyük bir yol alınmıştı. Hareketin otoritesi artık daha sağlamlaşmıştı. Artık Milli Mücadele üzerindeki tek otorite olmuştu. Kongrelerde alınan kararlar artık şimdi uygulanacaktı. Bu kararlar aynı zamanda ‘bağımsız’ bir devletin vücudunu oluşturuyordu. Bu yüzden Büyük Millet Meclisi, ‘bağımsız’ bir “Devlet” olmuştu.

Tarih:
Diğer Haberler