Umutsuzluğa Direnmek

Çalışma masamın üzerinde duran kitapları görünce aklıma bugün yapacağım işler geldi ve not almaya başladım.

Umutsuzluğa Direnmek

YAZAR

  Karantinanın 30. gününe uyanmıştık. Çalışma masamın üzerinde duran kitapları görünce aklıma bugün yapacağım işler geldi ve not almaya başladım. Kırmızı not defterimi bunun için kullanmaya karar vermiştim. Arkadaşlarımın aksine erkenden uyanıyor ailemle kahvaltı sofrasına oturuyordum. Evden çıkmadığımız süreçte aile ilişkilerimiz gelişti bile diyebilirim. Yoğun hayat temposundan kurtulup evde birbirimizle vakit geçirince farkettik aslında hepimiz muhabbeti çekilir insanlarmışız. Yatağımı düzelttim ve bir gün odamdaki bütün test kitaplarından kurtulmanın hayalini kurdum. Annemin, kahvaltı hazır sesi ile irkildim ve ayak serçe parmağımı çalışma masasının kenarına vurdum. Bilen bilir bu acının tarifi yoktur. Kahvaltı sofrasına geldiğimde ayağımın acısı hala geçmemişti. Acıyı bal eyleyemedim ama sofrada duran balı ve kaymağı yemeyi niyet eyledim kendime. Annem çayımı doldururken bende ekmek alıp yemeye başladım. Kahvaltı soframızın gündemi yine korona virüstü, hangi sofranın başka konusu var ki bugünlerde.

Kardeşim:
-Bence dünyanın sonu geldi. Ama seviniyorum da bir yandan artık hiç okula gitmeyeceğim, dedi. Annemin terliği işaret eden mimikleri olmasa güzel şakaydı aslında ama kardeşimi halen virüsten daha çok terlik korkutuyor.
Terliğin sakinleştirici etkisi altında annem sordu:
- Herkes okulu özlemiş kızım sen neden özlemedin? Kardeşim bu soruya cevap veremedi aslında belli ki o da özlüyordu ama bunca yılın alışkanlığı okuldan nefret etmesi gerektiğini bilinçaltına yerleştirmişti.
Ben sadece çayımı içiyor aynı zamanda da virüsün kaynağı hakkında düşünüyordum. Herkes farklı düşünüyordu, bizim evde bile iki üç zıt görüş mevcuttu . Babam Çin düşmanlığı yaparken, annem ABD yapımı bir biyolojik silah olduğunu düşünüyordu. Bense babama Çin düşmanlığı yaptığı için içten içe sinirleniyordum ve her fırsatta virüsün ırkı olmaz diyordum. Babam da annem de demek istediğimi anlıyor yine de kolay olanı yapıp şikayet ediyorlardı, bu da yılların alışkanlığından bir vazgeçemeyişti.

Kahvaltı sofrasını toplarken annem bazı özlemlerimi depreştirdi:
- Normalde ne kadar sosyal bir insandın şimdi markete bile gidemiyorsun. Bu süreç sanırım en çok seni yıpratacak, dedi.

Doğruydu, sosyal biriydim fakat krizi fırsata çevirmeyi de başarıyordum. Yüz yüze sosyalleşme hariç ne kadar verimli zaman geçirebildiğimi anlattım anneme. Uzun süredir izlemeyi ertelediğim filmleri izleyip, kitapları okuduğumdan bahsettim. Bunlardan çok ev işlerinde ona daha çok yardım edebilmem onu verimli vakit kullanımıma ikna etti, bunları mutfağı toparlarken konuşmanın da katkısı da var tabii. Kitap okumanın lafı gelmişken bahsetmeden geçemeyeceğim.

Panait İstrati’nin Arkadaş kitabını okuyorum. Günümüz arkadaşlıklarından çok uzak, çıkarsız bir arkadaşlığı anlatıyor. Kitabı okurken ben de böyle bir arkadaşlığın hayalini kurdum. Umutsuz da değilim bu konuda, illa ki bir yerlerde sistem baskısına direnmeyi, sistemin yabancılaştıran çarklarından, yozlaştıran dişlilerinden kurtulmayı başarmış insanlar vardır. Kitabımın bitmesine az kaldığı için üzgündüm fakat okuyacağım yeni kitaplar için de bir o kadar heyecanlıydım. Yeni kitaplara başlamam bir zorunluluk aynı zamanda. Çünkü babamın ortaya attığı bir fikirle başlayan kitap okuma kağışması kardeşimle beni rekabete sürükledi. İşin ucunda iddia var ama esas kazanç kardeşimin okuma alışkanlığı kazanması olacaktı. Benim okuduğum kitap sayısı kardeşimin okuduğunun 5 katı bile olsa ödülü o kazanacaktı. Şimdi fark ettim de beş misli de epey büyük oranmış, tuzağa düştüm galiba. Ona bu düşüncemden bahsetmedim ki rehavete kapılmasın. Geriye kalan sayfalarının azaldığını söylemem onu gaza getirmeye yetti.

Okuma kapışması babama da yaramıştı. Aynı anda evde olmamıza rağmen kafa rahatlığıyla geçirebildiği zaman artıyordu. Bu zamanların birinde oturma odasının bordo koltuklarına uzanmış telefondan bir şeylere bakıyordu. Yanına da almış çayını, keyfi yerinde. Keyfi yerindeyken sohbeti de güzel oluyor. Yoksa zıt görüşlerimizin keskinliği daha artıyor ve çekilmez bir hal alıyor.Salgın döneminin getirisi midir bilinmez yarım saatten fazla olmuştu sohbete başlayalı kitap, film derken. Bu kadar süredir gerginleşmeden konuşabildiğimizi görünce işin sırrını babama sordum.
- Sen konuşmama fırsat vermiyorsun ki kızım hep sen anlatıyorsun ben de dinliyorum, dedi gülerek. “Şaka bir yana demek ki birbirimizi dinleme alışkanlığımız gelişiyor” diye devam etti.

Annemin tartışma kültürü bizden de kötüydü. Çünkü onunla politik konular görüşülemezdi bile. Kendince ailesi özellikle de çocuklarını siyasetten uzak tutmaya çalışıyordu. Apolitik olmanın aslında var olanı kabul etmekten başka bir şey olmadığını yıllardır anlatamadık kendisine. Babamla böyle konuşmamız onu yine endişelendirmiş olacak ki suratı asıktı. Onu fark edince babamla bizce iyi hatta eğlenceli giden bu tartışmayı sonlandırma ihtiyacı hissederek ağır ağır odama gittim.

Bu kadar eğlence yeter diyerek ders çalışmak için odama gelip siyah, içimi karartan çalışma masama oturdum ve paragraf kitabımı açtım. Çözmeye başladım fakat çözerken odamda duran oyuncak ayılar dolabın simetrik olmayan duruşu dikkatimi dağıtmıştı. Dikkatim pamuk ipliğiyle bağlı derse. Bu krizi de odayı düzenleme kararı alarak fırsata çevitmeyi planlıyorum. Çalışacak başka yer yoksa fakat çalışmak mecbruiyse başka seçenek de kalmıyordu.

Ara verince uzun süredir yüzlerini göremediğim yakın arkadaşlarım geldi aklıma. Aslında önceden de görüntülü konuşurduk ama şimdi hem görüntülü hem de toplu şekilde görüşüyoruz. Hepsini çok özlemiştim. Hızlıca bir mesajlaşma ile çevrimiçi görüşmeyi ayarladık ve koyulduk sohbete. Tekrar görüşemeyeceğimizi düşünenler bile vardı. Hiç bana göre değil bu umutsuzluk. Oysaki yaşıtlarımızda ne kadar yaygın, çağın hastalığı adeta. Tembelliğe de sebep oluyor ayrıca. O zaman bu salgın günlerinde krizi fırsata çevirme imkanı kalmıyor. Direnmek lazım umutsuzluğa.

Münire Tomana

TLB Konya İl Başkan Yardımcısı

Tarih:
Diğer Haberler