Tek bir amaca hizmet etmesi için izlenen taktikler farklı alanlar üzerinde olabilir. Derenin denize gür bir şekilde ulaşması için dereyi farklı kaynak sularıyla beslemek gibi. Nitekim biz de kendimizi yetiştirirken müzikten, spora ilgi duyduğumuz birçok alandan beslenmeye çalışırız. Bu taktiği emperyalizm Türkiye için beslemek değil tüketmek amacıyla uyguluyor. Tükete tükete bitirmek istediği Türkiye’yi üretim sürecinden kopartmak ve boyunduruğu altına almak istediği için ülkemize ekonomiden güvenliğe, sanattan eğitime kadar çeşitli alanlarda saldırılar düzenliyor. 1946’da Hasan Ali Yücel Millî Eğitim Bakanlığı görevinden alınmış, köy enstitüleri yönetmeliğimiz değişmiş, 1978’de “böcek yiyen böcekler” teorisiyle PKK başımıza sarılmış, 1980’de 24 Ocak Kararlarıyla dünya ekonomisiyle bütünleşmek adı altında dışa bağımlı kılınmıştık.
Sıcak Para Ekonomisi
İstihdam yaratmayan, yatırım yapmayan, ülkeye parayla para kazandırmanın yolu, ABD ile koalisyon içinde olan yöneticilere kolay geldi. Böylelikle sıcak para modeli soframıza sunuldu. Türkiye’de yapısal değişiklere sebep olan 24 Ocak 1980 kararlarıyla Türkiye yerli üretimden vazgeçerek dışarıdan gelecek sıcak parayla ekonomiyi döndürme yoluna girdi. 24 Ocak kararları öncesinde Türkiye’deki döviz hareketliliği mal ve hizmetlerin alım satımına bağlıyken 24 Ocak sonrası özel kişilere bağlandı. Yabancı yatırımcılar tarafından ülkemize borç karşılığı getirilen dövizler Türkiye’nin döviz hareketliliği üzerindeki söz hakkını kısıtladı. Sıcak para bolluğu, yapay biçimde Türk lirasının değerindeki artışı tetikledi, ithalatı kolaylaştırdı. Ülkemizde, fabrika gibi elle tutulur, geleceğe yönelik yatırımların önü kesildi. Günü kurtarmak için sorunun çözümünü sıcak para girişinde arayan iktidarlar, ülkeyi savunmasız bırakacak yeni siyasal ve askeri ödünler vermeye açık hale geldi. Nitekim FETÖ ve PKK’nın ülkemizde haince faaliyetler yürütebilmiş olmasının sebebi de buydu. Yeni ödünler, sorunu çözmek yerine, bunalımı derinleştirerek ülkenin bunalımdan çıkış için ödemesi gereken bedeli büyüttü. 15 Temmuz darbe girişimiyle Türkiye, 70 yıldır Atlantik sisteminin içinde bulunmanın bedelini ödedi ve anti-Amerikancı bir çizgide yeni bir yolculuğa başladı. Siyasi olarak geçirdiğimiz yapısal dönüşüm ekonomide de dönüşümü mecbur kıldı. Sıcak para çıkışlarının yol açacağı yıkımlara karşı üreten Türkiye’yi inşa etmek başlıca görev olarak karşımıza çıktı. Bu görevden başarıyla çıkmamızın koşullarından bir tanesi de eğitim sisteminde yapısal değişikliklere gitmektir.
Ezberci Eğitim Sistemi
Sıcak para ekonomisi gibi ülkemizin canını yakan bir diğer model eğitimde işletildi. Türkiye’yi üretimden koparmak için eğitim sistemimize saldırıldı. Üreten Türkiye’nin ihtiyacı olan çalışan gençlik gücünü zayıflatmak için, üretken, çalışkan gençleri yetiştiren eğitim kurumları at yetiştirir gibi bizleri sınav maratonlarına hapsetti. Bu süreç 1947 yılında, Recep Peker hükümetinin göreve gelmesiyle başladı. Köy Enstitülerinin üretime dönük izlenceleri yürürlükten kaldırıldı. Köy Enstitülerinin ana sistemini oluşturan, öğrencilerin ikinci sınıftan sonra yetenek ve ilgilerine göre bazı dallarda ustalaşmaları uygulamalarına son verildi. Okullarda iş içinde, demokratik ve bilimsel bir eğitim uygulaması gerçekleştirildi. Kültür dersleri içinde sanat ve spor derslerine, millî oyunlara özel bir yer verildi. Derslerin yanında düzenli olarak yapılan serbest okuma saatleri, eleştiri/değerlendirme toplantıları öğretmen adayının bilinçli olarak yetişmesine katkılar sundu. Tüm bunların değiştirilmesinin ardından 1949 yılında imzalanan Fulbright Anlaşması’yla eğitim sistemimizde ABD tam anlamıyla söz sahibi oldu. Eğitim sistemimizi denetleme yetkisine sahip olan ABD, ezberci eğitim modelinin devamlılığını garanti altına almak istedi.
Emperyalizmin Dayattığı Hazırcılığı Bozacağız
Üreten Türkiye’yi Kuracağız
Türkiye’yi üretim sürecinden koparmak için oluşturulan sıcak para ve ezberci eğitim modeli birlikteliğini bozmanın vakti geldi. Ödünler vererek geldiğimiz bugünlerde ekonomik zorluklar belimizi büktü. Artık sıcak para ekonomisinin altında ezilmeyeceğiz. Böyle günlerde üretici güç olan gençleri eğitim sistemi sarmalı içerisinde boğmamalıyız. Türkiye’nin üretim sürecine girdiği zor günleri gençliğin çalışma iradesini hayata geçirerek aşabiliriz. Meslek lisesi mezunlarından, üniversite mezunlarına kadar tüm gençler iş sahibi olmak, üretmek, ülke ekonomisine katkı sağlamak, geçinme derdine çözüm bulmak istiyor. Sınav maratonları içerisinde yeteneklerimizi keşfedemediğimiz, iş kollarında uzmanlaşamadığımız bir sistemde bocalamaya devam etmemeliyiz. Kapı eşiğimizdeki köy enstitüleri modelini günümüze uyarlayarak çalışan gençlik potansiyelimizi en verimli şekilde değerlendirmeliyiz. Meslek liselerini başarısız, toplumdan dışlanmış öğrenciler topluluğu olarak görmekten vazgeçip onların üretim faaliyetlerine sunabileceği katkıyı topluma göstermeliyiz. Staj kapılarında koşturmalarına gerek kalmadan devletin öğrencilere kapılar açmasını sağlamalıyız. Bir yandan istihdam alanları yaratırken bir yandan oralarda çalışacak nitelikli gençlere ihtiyacımız olduğu apaçık ortada. O yüzden okullarda her gence en az bir uzmanlaşma alanı açmalıyız.
Üretmeden borçlandığımız günlerden çıkmak için tasarruf yapmamız şart. Tasarruf yalnızca ekonomide olmaz. Her alanda doğru planlama da tasarruftur. Hangi nitelikte, hangi mesleğe ne kadar ihtiyaç duyulduğu planlanarak liselere, üniversitelere atölye, staj alanları açmalıyız.
Türk gençliği çalışmaya hazır. 25 Aralık’ta 62 üniversite topluluğuyla düzenlenen Çalışan Gençlik Üreten Türkiye Kurultayı, emperyalizmin dayattığı birlikteliği bozacağımızın kanıtı olacak. Geleceğine dair kaygı duyan tüm arkadaşlarımızı kurultayda buluşmaya davet ediyoruz.
Ebda Okutur
TLB Sosyal Medya Sorumlusu