YAZAR
"Ve şimdi gezdir gözlerini Semerkant'ın üzerinde! Değil mi ki o yeryüzünün ecesi? Alıp tüm diğer kentlerin yazgı iplerini ellerine, çıkmamış mı hepsinin üzerine o mağrur?"
Semerkant'a başladığınızda sizi Edgar Allan Poe'nin Semerkant'a övgüsü karşılıyor.
Kitabımız Semerkant, Amin Maalouf tarafından yazılmış, 40'tan fazla dile çevrilmiş, uluslararası değer gören bir romandır. Günümüzde birçok sitede veya kitabevinde kolayca bulmak mümkündür. Muhakkak okunması gereken eserler arasındadır.
Kitabımız iç içe iki öyküyü ele alıyor. İlk öykü (İkinci öykünün çerçevesini oluşturacak öyküdür) Benjamin ile Şirin'e ait. İkinci öykü ise (Birinci öykünün oluşturduğu çerçevenin içini dolduracak öyküdür) Nişapurlu Ömer (Hayyam) ile Cihan'ın öyküsü...
1873 yılında Ömer Hayyam’ın ünü yeniden artmış Hasan Sabbah’la birlikte ortadan kaybolan Rubaiyat'ının kopyaları da tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Fransız kökenli Benjamin, tam bir Ömer Hayyam hayranıdır. Hayyam'a ait bu eserin peşine düşen Benjamin, İstanbul'da tanıştığı Cemaleddin’den , Ömer Hayyam'a ait tek el yazmasının İran'da olduğunu öğrenir.
Benjamin'in, Cemaleddin'in dostuna gönderdiği bir mektup ile gittiği İran’da başı belaya girmiş, İstanbul'a dönmüş ama Cemaleddin’i bulamamış ülkesine dönmüştür. Fakat Hayyam’ın el yazma kitabının bir prenseste olduğunu öğrenmiş ve yeniden İran'a gitmiştir. İran’a giden Benjamin, prensesi etkilemeyi başarmış ve onunla sevgili olup yıllardır peşinden koştuğu el yazması eserine kavuşmuştur. Bu arada, Rus ve İngiliz baskıları yüzünden İran'da rejim değişmiş, Benjamin ve prensesi Şirin, İran’dan kaçarak evlenmişler ve balayı için Titanic'e binen çift yolculuğa koyulmuştur. Ancak Titanic bir buz dağına çarpıp batınca Benjamin ve Şirin bu kazadan kurtulmuş ama Ömer Hayyam'ın yazması sular altında kalmıştır. Karaya çıkan Benjamin o keşmekeş içinde Şirin'i de kaybetmiştir.
Benjamin O. Lesage, romanımızın çerçevesini oluşturan hikayesinde 1912 yılında Nisan'ın 14'ünü 15'ine bağlayan gece, Newfoundland açıklarında batan Titanic'in kurbanlarından en ünlüsü olan İranlı şair, gökbilimci, bilge Ömer Hayyam’ın Rubaiyat'ının mevcut tek yazma nüshasını Titanic'e almış olmanın verdiği acı içindedir ve okurlara hem Rubaiyat'ın hikâyesini hem de ona ulaşma yolunda verdiği mücadeleyi anlatıyor.
".. Altı yıl sonra, aklımdan hala çıkmayan tek şey, kısacık bir süre naçizane emanetçiliğini üstlendiğim, damarlarında mürekkep dolaşan o varlık. Onu doğum yeri olan Asya'dan koparıp alan ben değil miydim? Ben, yani Benjamin O. Lesage? Benim valizlerim içinde binmedi mi Titanic gemisine? Ve onun bin yıllık seyrini kesintiye uğratan, benim çağımın kibri olmadı mı?"
Benjamin O. Lesage, Rubaiyat'a ulaşma çabası, ulaşması ve sonrasını anlatan çerçevenin içinde biz okurlara Hayyam'ın dörtlüklerini okurken, bizi Selçuklu, Alamur ve Moğol ülkelerinde ve saraylarında gezdiriyor. Doğu'nun kültür dünyasını da dolaşmış oluyoruz.
İkinci öykü (Benjamin'in hikayesinin oluşturduğu çerçeveyi dolduran, Benjamin'in biz okurlara anlattığı hikaye) Nişapurlu İbrahim'in Oğlu Ömer Hayyam ve tanıştıklarında saray şaireliği yapan, dul Cihan'ın öyküsü...
“1072 yılında, Hayyam'ın Semerkant'ında başlayan ve 1912'de Atlantik'te bit(mey)en bir serüven... Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü / tarihi.”
Alpaslan, Malazgirt savaşından sonra gözünü İran’a dikmiştir. Bizans seferinden dönen Alparslan’ın gözü, Acemlerin en güzel kentleri olan Buhara, İsfahan ve Semerkant’tadır.
Nitekim Semerkant seferine de çıkar. Ancak sefer yolunda direniş gösterenlerin komutanı Harzemli Yusuf’u huzuruna çıkartınca onun hançeri ile hayata veda etmiştir. Onun ölümü Semerkant’ta bayram havası yaratır. Buna rağmen Nasır Han Selçuklu'lara bir taziye heyeti gönderir, bu heyetin içine Ömer Hayyam’ı da koyar. Alpaslan’ın yerine oturan on yedi yaşındaki Melik Şah, veziri Nizamülmülk ile heyeti kabul eder. Nizamülmülk, veziri olduğu Selçuklu ülkesini dünyanın en zengin, en adil, en iyi korunan; ilimde, kültürde ve sanatta en gelişmiş, en ileri bir ülke yapmayı hedeflemişti.
Hayyam hakkında çok şey öğrenen Nizamülmülk, Ömer Hayyam’ın hem şair, hem gök bilimci, hem matematikçi, tıp ilmine hakim birisi olduğunu öğrenmiştir. Nizamülmülk, Hayyam’ı bir sene sonra gelmesi için Isfahan’a davet eder.
Ömer Hayyam, Semerkant’a geldiğinde bir kavgaya karışmış, karşına çıkan kentin Kadı’sı ile iyi dost olmuştur. Bir şiir tutkunu olan Kadı, İbn-i Sina'nın öğrencisi olan Hayyam’ı, Sultanı Nâsır Han ile tanıştırır. O sırada Nasır Han’ın gözde şairi Cihan adındaki kadın şairi gören Hayyam ondan etkilenmiştir.
Ömer Hayyam, rubailerini Kadı’nın hediye ettiği bir deftere yazar, kimseye göstermez. Kadı’ya duyduğu minnete karşılık da, x terimini açıkladığı eserini Kadı’ya ithaf eder. O kadı sayesinde Nasır Han’ın sarayında gözde şair olmayı başaran Ömer Hayyam bu nedenle de taziye için gönderilen heyete dâhil edilmiştir.
Aradan bir yıl geçtikten sonra Ömer Hayyam, Nizamülmülk’ün davetine icabet etmek için Isfahan’a doğru yola çıkar. Ömer Hayyam, Kum kentine geldiğinde Reyli bir genç olan Hasan Sabbah ile tanışmış, onun zekâsına ve bilgisine de hayran kalır. Hasan Sabbah, Ömer Hayyam’ın o güne kadar tanıdığı en bilge kişi olur. Üstelik Hasan Sabbah’da Isfahan’a giderek Nizamülmülk’ten bir iş istemek amacındadır.
Hayyam, Isfahan’da Nizamülmülk’ün huzuruna çıkar. Nizamülmülk, Hayyam’a Selçuklu'ların “Sahib-i Haber” (casusların başı) olmasını ister. Fakat Hayyam bir bilim adamı olduğunu bu iş için uygun bir adam olmadığını söyler vebvezire başka birisini de önerir. Hayyam’ın vezire önerdiği kişi ise handa karşılaştığı Hasan Sabbah’tır.
Selçuklu veziri, Hayyam'dan bilgilerini sunması karşılığında Hayyam’ın tüm dileklerini yerine getireceğini vaat eder. Hayyam bu çalışmalarına başladığında Hasan Sabbah ise Selçuklu'nun Sultan Nasır’a karşı oluşturmak istediği hafiyelik teşkilatını kurmaya başlamıştır. Henüz on sekiz yaşında iken böyle bir imkânlara sahip olabilen Hasan Sabbah kendisinin Allah tarafından dünyaya yollanmış ve seçilmiş bir kişi olduğuna inanmaya başlamıştır.
Nizamülmülk sayesinde Sultan Melikşah ile de dostluk kurmayı başaran Hasan Sabbah, hafiyelik teşkilatı ile hızla sivrilmiş, ilk olarak Sultan Melikşah ile Nizamülmülk’ün arasını açmaya çalışmıştır. Hasan Sabbah, Nizamülmülk’ün vazgeçemediği bir hafiye başı olmuş ama vezire hizmet etmeye, yerini kapmaya niyetlenmiştir. Ve bu amacı için de Melikşah’a yaklaşmıştır.
Fakat zeki bir vezir olan Nizamülmülk bu oyunu derhal sezmiş, Hasan Sabbah, ölüm cezasına çarptırılmıştır. Fakat Ömer Hayyam, olaya müdahil olarak Hasan Sabbah’ın cezasının sürgüne çevrilmesini sağlar, Hasan Sabbah, ülkeden sürgün edilir.
Lakin Hasan Sabbah büyük bir Acem krallığı kurmayı planlar. Sürgünden yedi yıl sonra bir derviş olarak ortaya çıkmış, ölen Nasır Han’ın yerine geçen oğlu Ahmet Han’ı görüşleri ve bilgileri ile sanki büyülemiştir. Hasan Sabbah çok kısa bir zamanda “Yeni Vahiy“ adını verdiği görüşleri ile İsmaili düşüncelere sahip bir ordu kurmuştur.
Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ın yarattığı İsmaili dalganın ve hastalıklı fikirlerinin çok daha fazla büyüyüp devletine zarar vereceğini ön görmektedir. Buna engel olmak için hem Semerkant’ın alınmasını hem de Hasan Sabbah’ın bertaraf edilmesi gereklidir. Ancak Melikşah’ın karısı Terken Hatun, Semerkant’ın eski sultanı yöneten Nasır Han kız kardeşi ve yeni sultan olan Ahmet Han’da onun öz yeğenidir.
Terken Hatun, çıkarları gereği kardeşi Nasır Han’ın soyunun Semerkant’ta hüküm sürmesini ister. Böylece hem Selçuklu sarayında hem de Semerkant sarayında gücü devam edecek, bu denge sayesinde kendi oğullarından birisi Melikşah’dan sonra tahta geçebilecektir. Bu nedenle Nasır Han’ın oğlu Ahmet Han’ın Hasan Sabbah’ın elinden kurtarılması onun için de önemlidir. Bu nedenle Terken Hatun, Melik Şah’ın sefere çıkmasını ve yeğeni Ahmet’i Hasan’dan kurtarmasını kendi de istemiştir.
Fakat gerçek öyle değildir. Hasan Sabbah ile Ahmet Han aynı saftadır. Savaştan sonra Nizamülmülk’ün oyunu ortaya çıkar. Bu olay sonrasında Nizamülmülk ile Melikşah’ın da arası açılmış olur.
Hasan Sabbah, ucuz kurtulmuş Alamut’a sığınmıştır. Hasan Sabbah artık hükümdarları kazanmaya çalışmayacak, onların karşısına hükümdar olarak çıkacaktır. Alamut Kalesinde Haşhaşiler teşkilatını kurar.
Semerkant Seferinden sonra gözden düşen Nizamülmülk‘ün Selçuklu Hanedanıyla arası açılmış, “Siyasetname” sini yazmaya koyulmuştur. Bu kitabını da Bağdat seferinden önce bitirmesi gerekir. Nizamülmülk, bir gün rüyasında peygamberi görmüştür, Peygamber ona: “Sen İslam’ın temel direğisin; sana ölüm tarihini seçme hakkını sana veriyorum.” demiştir. O da “Ben Melikşah’ın doğduğunu, bana baba dediğini bilirim, onun ölümünü bana gösterme.” diyerek yanıt vermiş, Peygamber de “Melikşah’dan kırk gün önce öleceğini” müjdelemiştir. Nizamülmülk bu rüyasını Melikşah’a anlatmış dolayısıyla kendinden kırk gün sonra onun da öleceğini ona ima etmiştir.
Fakat Nizamülmülk’e çok kin duyan Terken Hatun, Haşhaşiler'le anlaşmış, Hasan Sabbah’ın adamları Bağdat seferi sırasında Nizamülmülk’ü hançerleyip öldürmüşlerdir. Aslında Nizamülmülk olayları sezinlemiş Bağdat Seferi'nin kendi ölümü için hazırlandığını da anlamıştır ama zaten mide kanseridir ve siyasetnamesi mi de bitmiştir.
Nizamülmülk’ün ölümünden tam kırk gün sonra Melikşah da zehirlenip öldürülür. Tahta Melikşah’ın karısı Terken Hatun oturur. Ancak bu da çok uzun sürmez. Nizamülmülk’ün adamları üzerinden çok geçmeden Terken Hatun’u da aynı sona uğurlar.
Terken Hatun, ilk iki oğlunu Melikşah’a varis seçtirmiş ama bu çocuklar bilinmeyen nedenlerle ölmüşlerdir. Terken Hatun’un üçüncü oğlu henüz bir yaşındadır ve bu bebek varis olamıyordur. Bu nedenle Melik Şah’ın diğer bir eşinden olan en büyük oğlu Berkyaruk başa geçer. Terken Hatun Berkyaruk’u öldürmek için vakit bulamamış; Terken Hatun’un adamları Berkyaruk’u esir aldıklarında o da zaten Nizamülmülk’ün sadık adamları tarafından öldürülmüştür.
Vezir’in yandaşları öldürülme sırasının Hayyam'a geldiğine inanmışlar bu görev de Vezir'in en yakın koruması Vartan'ın üzerine kalmıştır. Ancak Vartan, bu görevi yerine getirmediği gibi Ömer Hayyam’ı alıp Merv şehrine götmüştür. Hasan Sabbah ise zaten hep eski dostu Hayyam'ı yanına aldırmayı istemektedir. Hasan Sabbah, Ömer Hayyam’ın defterini kaçırtırsa Ömer Hayyam’ın yanına geleceğini umar ve Hasan Sabbah’ın adamlarına Ömer Hayyam’ın bu defterini alıp Sabbah’a götürürler. Fakat her şeyden vazgeçen Hayyam, memleketine dönmüş ve orada ölmüştür.
Hasan Sabbah’ın da ölümünden sonra defter Alamut'ta kalır. Yıllar sonra Moğollar bu kaleyi yakıp yıkarlar. Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi'ndeki eşsiz kütüphanesi ile birlikte Hayyam’ın defteri de ortadan kaybolup gider. Rubaiyat'ın kaybolması ardından ilk öyküde anlatıldığı gibi Benjamin O. Lesage kitabın peşine düşer ve o da öyküsünü tamamladığında Rubaiyat, Atlas Okyanusu'nun dibinde yatmaktadır.
Ece Bektaş
TLB Ankara İl Başkan Yardımcısı
talebe.org