Arkadaşım Kim?

Sezgin Zevkibol, TaLeBe Dergisi 20.Sayısında yazdı.

Arkadaşım Kim?

Sıkıcı bir matematik dersinden çıkmıştık. Öğle arası zamanı gelmişti. Kantine inip bir tost aldım ve yemeye başladım. Tostumu yerken kantine Barış, Aleyna, Özgür, Emir ve Melisa girdi. Onlar hep grup olarak takılırlardı. Emir her zaman grubun lideri gibiydi, o yüzden herkes onlara Emir’ler derdi.
Görünce selam verdim:

- Merhaba arkadaşlar

İçlerinden sadece Emir “Merhaba Samet!” dedi.
Okulda pek arkadaşım olmadığı için ben de onlara dahil olmak istiyordum. Tostum bitince yemek yiyen Emir ve grubunun yanına gittim. Tekrardan selam verdim,

- Yanınıza oturabilir miyim?

"Tabi abi otursana, bir de soruyorsun."

Böyle zamanlarda grup dışından dahil olmaya çalışan birisine ilginç gözlerle bakılırdı. Ben ise onları daha yakından tanımaya çalışıyordum. Mesela Özgür’ün siyah ve dikkat çekici bir küpesi vardı. Aleyna’nın ise dudaklarında piercing vardı. Aleyna ve Özgür böyle okula nasıl geliyordu? Bildiğim kadarıyla okul içerisinde bunlar yasaktı. Barış’ın ise saçlarında birkaç tutam mavi boya vardı. Daha öncede görmeme ve tanımama şimdi daha yakından arkadaş olmak beni heyecanlandırıyordu. Barış’ın saçındaki mavi boya çok ilginçti. Emir’in beni dürtmesiyle dikkatimi topladım.
Aslına bakarsak ben bu tarzdan pek hoşlanmıyordum. Arkadaşım çok sevdiği ve kendisini iyi hissettiği için saçlarını maviye boyamıştı. Arkadaşlarıma baktıkça kendimi K-POP konserindeymiş gibi hissettim. Sanırım bu tarz bana daha çok Netflix’in Türkiye’yle alakası olmayan garip liseli dizileri ya da BTS grubu üyelerinin yanında hissettiriyordu.

Dalgınlığımı Emir bozdu: "La Samet burada mısın? Çok beğendiysen Barış senin saçını da boyasın? Ahahaha."

- He? Ne oldu? … Yok abi, benim saçlar böyle iyi. Böyle rahatım, iyiyim.

Aklımda onlarca soru vardı. Neyse Emirlerle biraz sohbet ettim. İlgi alanlarımız çok uyuşmasa da bu ortamda bulunmak hoşuma gitmişti. Yeni bir arkadaş çevresinde olmak, bu gruba dahil olabilmek beni okulda daha ‘cool’ hissettirmişti.
Ertesi gün sahilde buluşacaklarını söyleyip beni de çağırdıklarında heyecanla kabul ettim.
Sahilde buluşuncaya kadar zaman sanırım daha yavaş ilerliyordu. Ertesi gün sahilde buluştuk. Buluşmadan önce ben onlarla bol bol sohbet edeceğimi düşünürken buluştuktan 10 dakika sonra herkes bir anda kendi dünyasına dönmüştü. 10 dakikalık sohbet tamamlanmış ve herkes telefon ile ilgilenmeye başlamıştı. Şarjlarımızın azalmasıyla birlikte telefon dünyamızdan sıyrılmaya ve birbirimizin yüzüne bakmaya başladık. Konu dinlediğimiz müziklere, sanatçılara geldi.
Melisa ExoBoys grubundan birinin gömleğinin aynısından almak istediğini söyledi. Bunun üzerine Barış: “İyiymiş. Ben de saçımı Son Feci Bisiklet’in solisti gibi kestirmeyi düşünüyorum.” deyince ben de dayanamayıp cevap verdim:

- Niye bunlar gibi giyinmeye, saçlarımızı bunlara benzetmeye çalışıyoruz ki? Bu insanlar yaptıkları müzikle öne çıkıyor. Onları kılık-kıyafetiyle taklit etmek anlamsız.

Ben konuşurken gözlerini bayan Aleyna, daha sözüm bitmeden “Üff, sen çok biliyon.” diyerek sözümü kesti. Özgür o sırada sardığı sigaranın kağıdını yalıyordu. Ne zaman görsem sigara sarıyordu. Sigarayı içtikten sonra üflerken gözlerini kısıyordu. Biraz havalıydı. Ara ara dumanla halkalar, şekiller çıkarıyordu. Kızlar gülüyor ve hoşlanıyordu. Acaba ben de böyle sigara içebilir miydim? O zaman herkes beni beğenir miydi? İnsan başka yetenekleriyle beğenilemez mi diye düşünmekten de kendimi alıkoyamıyordum. İnsanın havalı sigara içtiği için beğenilmesi de garip geliyordu. Havalı olan ben miydim sigara mıydı? İnsanlar beni mi beğenmiş olacaktı sigaranın dumanını mı? Öyleyse sigara içtiği için “farklı” olduğunu düşünen yüz binlerce kişiden ne farkım kalacaktı? 10 saniye içinde kafamda kurduğum bu yüzlerce çelişkili sorudan Emir’le irkildim:

Emir: "Ya abi bizimki neden özentilik olsun. Sadece canımız bunu istediği ve kendimize bunları yakıştırdığımız için yapıyoruz. Renkler ve zevkler tartışılmamalı.”

- İyi güzel diyorsun ama geçenlerde bir yazı okudum. Sanatçılar reklam şirketleriyle anlaşıyor ve o şirketin ürünlerini, sosyal medyada, kameralar karşısında doğal bir şekilde sergiliyorlar ve bunun sonucunda ücret alıyorlarmış. Yani aslında biz farkında olmadan sürekli gözümüze sokulan bir reklamlarla karşı karşıya kalıyoruz. Renkler ve zevkler ne kadar bize ait? Gerçekten biz mi seçiyoruz yoksa yönlendiriliyor muyuz? Yoksa ben de bazı ünlü kişilikleri beğeniyorum ve onlar gibi olabilsem diyorum.

Özgür: "Şimdi sen diyorsun ki, Instagram’da kahve içerken hikaye atan sanatçı aslında reklam için mi bunu yapıyor, öyle mi?"

- Her Instagram hikayesi atan sanatçı bunu bu yüzden mi yapıyor bilemem. Ama mesela kazak üreten bir firma ile anlaşıp, kazağını öne çıkartan ve ona dair paylaşım yapan bir sanatçının geçenlerde bunu reklam için yaptığını itiraf eden bir açıklaması oldu. Sonra bu Youtuber’lar, Influencer’lar falan normal gününü anlatır gibi video çekiyor, sürekli kullandığım makyaj malzemesi şu, giydiğim ayakkabı bu, telefonumun markası bu diyerek reklam yapıyorlar. Vlog diye reklam izliyoruz.

Özgür: "Kandırıyorlarsa da kandırsınlar abi, bırak. Ne güzel işte, yeni şeyler deniyoruz. Niye bu kadar takılıyorsun ki? O değil de geçen bir motor gördüm, manyak bir şey. CBR 300. Onu almak için para biriktiriyorum şimdi."

Bu konuşmadan sıkılan Aleyna “Hadi a******* geç oldu kalkalım. Annem eve gidince ağzıma ******* Deminden beri arıyor zaten.” dedi. Aleyna'nın bu kadar rahat küfür etmesi beni biraz rahatsız etmişti. Aleyna da fark etmiş olacak ki “N’oldu, rahatsız mı oldu bebe?” dedi.

- Ne rahatsız olacağım be

Diyerek çok bozuntuya vermedim. Nihayetinde bu gruba uyum sağlamaya çalışıyordum, çok fazla çıkıntılık yaptığımı fark ettim.
Aleyna ekledi: “Samimiyetten böyle konuşuyoruz oğlum, bunlara takılacaksan işimiz var.”
Sonuçta biz arkadaşız neden birbirimize hitap ederken küfür edelim diye düşünmeye başladım. Herkes birbirine küfür etmeyi samimiyet sayıyor arkadaşlıklarını bunun üzerine kuruyorlardı. Daha sonra hep birlikte evlere dağıldık. Eve yürürken bugün yaşananlar kafamı kurcalıyordu. Birilerine özenmek, birbirlerine rahatça küfür etmek miydi bu insanları birbirine bağlayan? Birilerine özenmek yerine kendin olmaya çalışmak her zaman en iyisi değil miydi? Arkadaşların bayılarak dinlediği şarkılarda bile “Kendin ol” diyor ama herkes o şarkıyı söyleyenlere benzemeye çalışıyor. Ya da arkadaşlıkların en güzeli birbirine rahatça küfür edebilmek değil de, rahatça derdini paylaşabilmek değil miydi? Belki de ben yanlış düşünüyordum. Sonuçta bu arkadaşlar okulda baya biliniyor. Demek ki böyle olmak gerekiyor.

Pazartesi günü okula gittiğimde hâlâ düşünceliydim. Arkadaş edinmekte zorlanan bir insan olarak, hâlâ Emir’in grubuna ısınamamıştım. İlk teneffüste tam dışarı çıkacağım sırada bizim sınıfa 3 kişi girdi. İçlerinden biri oldukça heyecanlı bir şekilde gür bir sesle 10 Kasım'da Anıtkabir'e gideceklerini ve bir yürüyüş yapacaklarının duyurusunu yaptı. Liseliler Birliği falan bir şeyler dedi, tam anlamadım ama bayağı ilgimi çekti. Bunu duyunca çok heyecanlandım. Hayatımda ilk kez Anıtkabir'i görme imkanım olacaktı. Ben ve bizim sınıftan diğer 4 kişi gitmek istediğimizi söyledik ardından isimlerimizi ve telefon numaralarımızı verdik.

Gaza gelip bu arkadaşların peşlerinden gittim. Baktım diğer sınıfları da geziyorlar. Bir süre uzaktan izledim. Sonra beni yanlarına çağırdılar. Bahçede bir banka oturduk, tanıştık. Ali, Zeynep ve Hikmet bana hem 10 Kasım yürüyüşü hem de TLB hakkında kısaca bilgi verdi.

Ali: “Bizim Alsancak'ta bir büromuz var. Orada toplanıyoruz, sohbet ediyoruz. Bugün çıkışta gideceğiz. Sen de gel istersen.” diyerek beni davet etti. Samimiyetleri ve sıcakkanlılıkları hoşuma gitmişti. Fakat bu samimiyet gerçekten samimiyet miydi? Çünkü her gün onlarca haber okuyoruz. Ya belki de beni kandırıyor ve Atatürk diyerek başka amaçların içine çekmeye çalışıyor olmasınlar? Bunlardan daha önemli kafamda bir soru vardı. Ali’ye sordum:

- Ali ben ileride polis olmak istiyorum ama böyle şeylerden dolayı önüme bir engel çıkar mı?

Ali: "10 Kasım’da Anıtkabir’e gideceğiz. Atatürk’ü ve vatanını seven gençlere kim neden engel koysun ki? Böyle bir sorunla hiç karşılaşmadık. İçin rahat olsun."

- Anladım ama yine de korkuyorum. Aynı zamanda ailem de buna pek sıcak yaklaşmayabilir.

Zeynep: "Aileler hep çocuklarını korumak isterler. Zübeyde Hanım da Atatürk’ün asker olmasını istemiyordu, asker olduktan sonra da cepheden cepheye koşmasından endişeleniyordu. Benim de ailem bir şeye karışma, okuluna git-gel diyor ama biz kötü bir şey yapmıyoruz. Ülke sorunlarını tartışıyoruz, geleceği tartışıyoruz. Bu en doğal hakkımız."

Bu düşünceler içerisinde gel-git yaşıyordum. Sanki kafamda sorunlar üstüne sorunlar yaratıyordum. Fakat karşımdaki insanlar ise bana hep bir çözüm sunuyorlardı. Her şeye bir cevapları vardı. Bu da beni biraz endişelendiriyordu. Her şey bu kadar sorunsuz olamazdı.
O gün düşünmek üzere izin istedim. Gece boyu bu arkadaşların bana karşı verdikleri güveni düşündüm. Beni çeken bir şey vardı. Aklıma ilkokul arkadaşım Ahmet geldi. Ahmet ile dertlerimizi paylaşır, sevinçlerimizi birlikte yaşardık. Ara ara kavga ederdik ama iyi çocuktu. Bu arkadaşlarda da kendimden bir parça görüyordum. Yaptıkları şeyleri de merak ediyordum. Her sınıfa girme özgüvenleri de beni etkilemişti açıkçası. Ben bunu yapamazdım. Belki de kendimde eksik gördüğüm şeyi tamamlamaya çalışıyordum.

Ertesi gün okul çıkışında buluşup tramvaya binmek üzere yola çıktık. Zeynep bir anda “Aaa İzmirkart'ımda hiç para kalmamış. Arkadaşlar siz de hiç bozuk para var mı?” diye seslendi. Aynı anda Ali ve Hikmet ellerini ceplerine atıp bozuklukları çıkartıp Zeynep'e verdiler. Hiç düşünmeden, bu kadar rahat bir şekilde Zeynep’e destek olmaları gece düşündüklerimi onayladı. Bazı arkadaşlar bu tarz sorular karşısında telefonlarına bakıp duymazdan gelebiliyorlardı.
Büroya gittiğimizde herkes ya işiyle ilgileniyor ya da birileriyle sohbet ediyordu. Herkes birilerini arayıp kendini tanıttıktan sonra 10 Kasım’a davet ediyordu. Beni hiç tanımayan insanların bir anda benimle konuşmaya başlaması, bana yakın davranmaları çok güzeldi. Ege Üniversitesi’nde okuduğunu söyleyen bir abla sanki beni bekliyormuş gibi “Aaa, hoş geldin. Elif ben, Ege’de okuyorum.” diyerek elini uzattı. Bana doğru gelirken masadaki çayı döktü, herkes ona güldü, o da kendine güldü. Hem garipsedim hem hoşuma gitti.

Hem çekiniyordum, hem rahat hissediyordum, garip bir duyguydu. Sonra okulumu, üniversitede ne düşündüğümü sordu. Konuşurken zorlanıyordum ama konuştukça açılıyordum, ortam bana çok doğal geliyordu.
Buradan çıkıp sahile geçtik. Herkes birbiriyle çok rahat şakalaşıyor, kimse alınmıyordu. Ara ara kavga eder gibi tartışıyorlardı ama sadece düşüncelerini paylaşıyorlar, hakaret etmiyorlardı. Ekonomi, terör, eğitim sistemi… Her konuyu tartışıyorlardı. Ben daha çok dinledim ama konular ilgimi çekiyordu. Sonra konu Karşıyaka-Göztepe tartışmasına geldi. İki arkadaş birbirine karşı gerildi.
Aralarındaki güven beni şaşırtıyordu. Tabii her şey mükemmel değildi, faklı kültürden, farklı ailelerden, farklı düşüncelerden insanlar vardı ama bu insanlar bir arada bulunabiliyordu.
Ben yine düşüncelere dalmışken Ali: “Saat 10’da halı saha yapıyoruz, işin yoksa sen de gel.” dedi.

- Ben çok oynayamam, dedim.

Ali: “Biz de oynayamıyoruz zaten.” dedi ve güldü. Ben de güldüm

- Tamam, gelirim, dedim.

Eve gidip üzerimi değiştirdikten sonra halı sahada buluştuk. Maç sırasında sinirler epey gerildi. Akşamki sakin ortam biraz bozulmuştu. Benim takım tabii ki yenildi ama ihaleyi bana yıkmadılar. Maç sonunda soluklandık, birbirimizin hatalarıyla dalga geçip güldük. Bana “Gözünü bağlasalar daha iyi oynarsın.” dediler, hep birlikte güldük. Nedense hiç bozulmamıştım çünkü güveniyordum. Maçtan sonra yandaki parka gidip kola-çekirdek yaptık.
Gel zaman git zaman 10 Kasım geldi. Sıkıcı bir ortam beklerken güzel bir yürüyüş yaptık. Türkiye’nin her yerinden bir sürü liseli gelmişti. Kimse birbirini tanımıyordu ama herkes arkadaş gibiydi. Elime bayrak ve flama tutuşturdular. Çok heyecanlıydım. Güzel bir yürüyüşün ardından otobüsle dönüşe geçtik. Yorgunluktan ayaklarım uyuşmuştu ama mutluydum. Otobüs camından dalmış geçirdiğim güzel günün hayalini canlandırıyordum. Yanımdaki arkadaş bir dergiden bahsediyordu ki uyumuşum.

Eve varıp kendimi yatağa attığımda kararımı vermiştim. Aradığım arkadaşlığı burada bulmuştum.

Tarih:
Diğer Haberler