Yıl 1919. Tarih 4 Şubat. Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışına 3 ay kalmıştı. Şişli’deki evinde planları yapıyor, milli mücadeleyi Anadolu’ya taşımanın günlerini hesaplıyordu. Dönemin Alemdar gazetesinin sahibi Ref’i Cevat Ulunay, Mustafa Kemal’i ziyaret ediyor. Görüşmede milli direnişten bahseden Mustafa Kemal’e, Ref’i Cevat “-Paşam, milli direniş, Güzel. Ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla? Maalesef Paşam, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız.” der. Bunun üzerine Mustafa Kemal Atatürk yanıt verir: “Öyle görünür Refii Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur.”
Türkiye, bugün de büyük bir savaşın içerisinde. İkinci İstiklal Savaşı’ndan geçiyoruz. Savaş çetin. 1945lerden bugünlere süren 70 yıllık “Küçük Amerika” süreci sona eriyor. Türkiye, Atlantik sisteminden kopuyor, Asya’daki başı dik konumuna yerleşiyor. Her geçiş sürecinin sancıları vardır. Bir bebek doğum sancısı olmadan dünyaya gelemez, emeklemeden yürüyemez, yürümeden koşamaz. Amerikan prangalarını söküp atan ülkemiz, sadece Kuzey Irak’ta PKK’yla, Kafkaslarda Ermenistan’la, Doğu Akdeniz’de ABD,Fransa ve Yunanistan’la değil, bir yandan da o paslı zincirlerden çekiştiren iç ve dış düşmanlarla savaşıyor.
Mücadele çetin, cennet vatanımızın verilecek bir karış toprağı, bir damla suyu yok. Zorluklara göğüs germek irade gerektirir. Zorluklar çakıl taşları. Yürünülen yolda takılıyor, yavaşlıyor veya koşuyoruz. O takılmaları, sancıları göğüslemek, gelen saldırıları savuşturmak, taşları temizlemek, tökezleyince kaldırmak da bizlerin görevi.
Bugün ülkemizde çok ciddi gelecek sorunları mevcut. Genç işsizlik yüksek, ekonomik problemler derin. Liyakatsizlik devletimizi içten içe bir tahta kurusu gibi kemiriyor. Atlantik sistemine bağlı geçen onyıllarda oturan sistemler yalpalamalara, Asya’ya yerleşme noktasında bazı zihin bulanıklıklarına sebep olabilir. Ancak, hepsinin çözümü de, çözümü uygulayacak kuvvet de mevcut.
Bu Ülkede Yaşanmaz Artık!
Fakat bu kuvveti görmeyen, görmek istemeyen, görse de yok sayanlar var. Bir akşam yemeği düşünelim. Sofrada yok yok; Bir yanda “Git kendini kurtar.” diyenler, öte yanda dünya otomobil piyasalarını inceleyip karşılaştıran “ekonomistler”, diğer tarafta beyin göçü yapmak isteyen kararsız azınlık, bir kenarda “Türk gençliği yurtdışına kaçmak istiyorcular”, öbür kenardaysa Avrupa seviciler, ekmeğini suyunu Avrupa’dan bekleyenler… Masanın bu havadan etkilenmeyen, bu fikirlere karşı gerçekleri savunan, tersine beyin göçünü gören ve Avrupa’nın sözde zenginliğinin kaynaklarını tartan, Türkiye’nin zenginlik ve potansiyellerini görenler de var. Onlar Türkiye’nin geleceğinde rol alacak olan, geleceği yaratacak olan gençlik. Farklarıysa hem kararlı, hem de azınlık olmamaları…
Bahsettiğimiz sofranın zengin olduğuna şüphe yok. Fakat zenginliklerin kontrolsüzlüğü kazançtan ziyade kayıplar yaratacaktır. İşte bu kayıpların yaratılması için yukarıda yazdığımız “Türkiye’de yaşanmaz artık! Kalıp ne yapacaksın, burada geleceğin yok.” safsataları ortalığa saçılıyor. Ardından herkes bu safsatalardan tabaklarına biraz alıp yemeye başlıyor. Bahsettiğimiz Avrupa ve daha özetle yurtdışı seviciler masanın en şatafatlı, en süslü yemekleri. Dikkat çekiyorlar, fakat lezzetsizler, içleri boş, teorileri yavan.
Türkiye’de artık yaşanamayacağı tezini ortaya sürenler bu cümlenin devamına veya öncülü olarak “Adalet yok. Eğitim ve sağlık sistemleri kötü. Hoş görü yok, insanlar cahil, insan hakları yok. Sokakta güvenle yürüyemiyorum.” diyorlar. Ardındansa “Yurtdışında her şey çok güzel. Dünya vatandaşı olalım.” Peki Türkiye’de gerçekten adalet yok mu? Soruyu tersinden soralım, Türkiye’de kimlere adalet var?
Adalet adil olmaktan geliyor. Bu durumda cevap çok açık: Türkiye’de teröristlere adalet var, FETÖ’cülere adalet var, tacizcilere, tecavüzcülere, katillere çok ağır bir adalet sistemi uygulanıyor. Adalet adil olmaksa, teröriste uygulanabilecek en adil yargılama onu tutuklamak ve cezaevine göndermektir. Adil insan “Gazeteciler tutuklu!” diye bağırmadan önce “Bu gazeteciler neden tutuklu?” diye sorar. Doğru soru sorulduğunda cezaevindeki tutukluların terör örgütü propagandası yapan paralı kalemşörler olduğu cevabı rahatlıkla alınabiliyor. Öte yandan Twitter’da adalet arayanları görünce bir adım geriye çekilip bir süre beklemenizi öneririz. Zira fazla değil, birkaç gün içerisinde adalet istenen kişinin suçları ve olayın gerçek yüzü ortaya çıkıyor.
Sağlık sistemi kötü, bir ilaca bu kadar para mı verilir diyenler ve yurtdışında yaşamak isteyenlere bakıyoruz. Elbette tamamen ücretsiz sağlık ve tedavi her vatandaşın talebidir. Peki bu talebi yurtdışına çıkmak için bir iç sığınak olarak kullanmak neye hizmet eder? Rüyalar ülkesi Amerika’nın, dört dörtlük Avrupa’nın ve Türkiye hariç sağlık sisteminin mükemmel olduğu düşünülen bütün ülkelerin küresel çaptaki salgın karnesine ne denebilir? Sadece hastaneye girerken bile saçılan paralara kıyasla Cumhuriyetimizin izlerini hala barındıran sağlık sistemimiz bir midir? Sokakta güvenle yürüyemediğini söyleyen kişiyle diyalog kuralım: Polis ve bekçi kuvvetleri yetersiz ve artırılmalı mıdır? Sorduğumuz soruya “Hayır, iyice polis devleti oldu bu ülke. Polis şiddeti var.” cevabını alabilirsiniz. Çözüm ne sorusuysa sorulduğu anda karşıdakinin uzay boşluğunda süzülmesini sağlayabilir. Çünkü çözüm ortadadır ve uygulanmaktadır. Eğer ortada bir güvenlik problemi varsa kolluk kuvvetleri artırılır. Bugün bu sebeptendir ki Türkiye son 70 yılın en güvenli zamanlarından geçiyor. Mehmetçiğimiz sınırlarda ve sınır ötesinde, kolluk kuvvetleri ve Jandarma ise iç cephede suça, suçluya ve düşmana göz açtırmıyor.
Takkeyi önümüze koyalım. Türkiye’de kalifiye eleman sorunu, meslek liselerinin azalması, öğretmen mekteplerinin kapanması ile üniversite mezuniyetine rağmen genç işsizlik mevcut. Öğrenciyi, müşteri ve işsizliği gizleme aracı olarak gören plansız eğitim sistemi bugün iki üniversite okuyup işsiz olan vatandaşlar yaratmıştır. Ülkemizin işsizlik problemi olduğu, üretim ve istihdam odaklı ekonomik modeli olmadığı ortadadır. Fakat çözüm yurtdışında yaşamaktan geçmiyor. Aynı diplomalarla yurtdışında iyi ihtimalle orta seviyenin altında bir iş imkanına erişilebilir. Yurtdışında çalışma koşullarının iyi olmasının düşünülmesinin sebebi diplomadan değil, zihinlerdeki ideallerdendir. O idealleri şekillendiren kültür emperyalizmi kendi ülkendeki iş imkanından çok daha kötü koşullarda ve daha düşük ücrette de olsa sana kutup yıldızı olarak yurtdışını gösterir. O sahte kutup yıldızını takip edenlerse yurtdışında en kötü insani koşullarda, çok daha az parayla, var olmayan bir hayatın hayallerine dahil olabilirler. Tüm bu plansızlıklara rağmen Türkiye’de iş sahibi olmayan üniversite mezunlarına da istihdam yaratacak imkanlar var. Tersine beyin göçü, istihdamın adımlarının ilk ayak sesleridir.
Aynı Araba Yarı Fiyatına
Yazımızın başında bahsettiğimiz soframızı tekrar hatırlayalım. Şimdi önümüzde bir salata var. Ana yemeği destekliyor. Sürekli “Yurt dışında araba şu kadar, Türkiye’de bu kadar. Orada telefon şöyle ucuz, burada bilgisayar böyle pahalı. Oyun konsolu burada ateş pahası, yurtdışından getirtelim.” diyor. Hemen söyleyelim, bu arkadaşlar ekonomist değiller. Ancak sosyal medyada yoğun zaman geçiriyorlar. Bir gün önce böyle bir konu yokken bir gün sonra bütün gündem araba fiyatları ve karşılaştırmaları olabiliyor. Konu hakkında videolar çekilmiş, tasarımlar yapılmış, haberler hazırlanmış.
Ancak işin özü aslında çok basit, mesele yurtdışındaki düşük vergiler, Türkiye’deki kur sistemi değil. Alım gücünün ta kendisi. Alım gücünü konuşmaksa bu haberleri pişirenlerin işine gelmiyor. Çünkü onlar işi ekonomiyi düzeltmekten değil, bu tarz çalışmalarla ekonomiye ve ülkeye güveni daha da düşürmekten ve yaratılan ortamda alım gücünün daha da düşmesinden koyuyorlar.
MAK Danışmanlık Şirketi de bu algıyı yayan bir anket yayınladı.. Ankette sorulan sorular, sorulan kişi sayısı ve yaş aralıkları adeta kötü birer şaka gibi. Örneğin anketteki bir soru “Geçici süreliğine yurtdışında okumak, eğitim almak ister misiniz?”. Cevap, doğal olarak her gencin isteyeceği bir durum: “Evet eğitim almak isterim.” Fakat kimse “Eğitimin ardından vatana faydalı olabilecek her türlü çalışmada bulunurum.” kısmından bahsetmiyor. Aksine gençler yurtdışına kaçmak istiyor kalıbı yayılmaya çalışılıyor. Çünkü somut veriler gösteriyor ki bu sayı sadece 13 bin kişiden ibaret. Üstelik aynı ankette gençliğin %64’ü ülkeyi terk etmek istiyor deniyor. Fakat bu da hiçbir şekilde kanıtlanmamış ve somut bir karşılığı olmayan bir durum. Çünkü genç nüfus göçünün yaygın olduğu ülkelerde gençler maddi imkansızlıklar da dahil riskler alıp yurtdışına çıkıyor. Fakat Türkiye’de durum somut olarak bu şekilde değil.
İşte tüm bunlar yurtdışına kaçmak fikrinin bir olgu değil, fakat algı olduğunu gösteriyor. Bu algı televizyonlardan, sosyal medyadan, gazetelerden sürekli olarak yayılıyor. Amaç Türkiye’nin genç nüfusunun yurtdışına beyin göçünü hızlandırmak ve öte yandan da Türkiye’de yaşanmaz algısını Türkiye’de yaşayanlar içinde de yaymak.
Tersine Beyin Göçü
Yapılan araştırmaların sunduğu başka bir çarpıcı veriyse tezlerimizi güçlendiriyor: Türkiye beyin göçü vermiyor, tersine beyin göçü alıyor. Yapılan araştırmalar, Türkiye’de bulunmayan Türklerin vatanlarına geri dönme eğilimleri olduğunu gösteriyor. Türklerin en çok yaşadığı ülkelerden olan Almanya’da Merkel’in Partisi Hristiyan Demokrat Birliği’ne (CDU) bağlı Konrad Adenauer Vakfı’nın 2016 yılında yaptığı araştırmaya göre Almanya’da yaşayan ve yüksek düzeyde eğitimli olan Türk gençlerin %86’sı gelecekte Türkiye’nin gelişmesine katkıda bulunmak istiyorlar.
Bu katkıyı da Türkiye’de yaşayarak yapma eğilimi çok yüksek. 2018 yılında 60 bin kişi Almanya’dan Türkiye’ye geri göç ediyor. Çok çarpıcı bir veri de tersine göçte bulunanlar ağırlıkla 30-49 yaş arasında olması. Bu durum yurtdışına giden gençlerin yakın zamanlarda geri döndüklerini gösteriyor. “Türkiye’de yaşanmaz.” sloganını üretenlerin zaten Türkiye’de yaşamadıklarını kanıtlar nitelikte.
Kuşkusuz bu beyin göçü tartışmalarında başat faktör gelecek kaygısı. Fakat 2000’li yıllarında en öne çıkan Tv dizisi Hayat Bilgisi’nde Afet Öğretmen’in dediği gibi bu vatan için çalışan emek harcayan çok fazla insan var. Onların amacı Türkiye’yi daha güzel bir yer haline getirmek. Gelecek kaygıları ile Türk milletinin kaygılarını ortaklaştıranlar başarılı oluyorlar. İş bulamam, bulsam alacağım maaş yetmez, evlenemem, her şey çok pahalı diyen herkesi bu vatan için çalışmaya, birlikte vatanımızı güzelleştirmeye davet ediyoruz. Zira çalışılacak alan ve iş tahminimizden çok daha fazla.
Avrupa Bizi mi Bekliyor?
Öte yandan, bütün bu beyingöçü tartışmalarında Avrupa bizi mi bekliyor sorusunu soralım? Sınırdaki mültecilere Avrupa Birliği talimatları ile zulmeden Yunanistan, Suriye krizinden kaçan vatandaşları Avrupa’ya almamak için yıllardır çırpınan Avrupa ülkeleri neden bizi istesin? İstediği takdirde, göç sonucu hakkedilen çalışmalar mı yapılıyor yoksa gün mü kurtarılıyor? Cevap maalesef ikinci ve bu ikinci Avrupa’nın bizi beklemesi şöyle dursun, sadece Türkiye’de kafa karışıklığı yaratmaya çalıştığı ortaya çıkıyor.
Avrupa ve “yurtdışı” sözde zenginliklerini ve refahını düzenli sistemler ve güçlü ekonomiler ile değil, kendini tamamen kapatarak fakat propagandada dünya devi gibi hareket ederek sağlıyor. Refah, yükselen şiddet vakaları, ölümler, protestolar, hükümetler karşıtı yüzlerce şiddetli eylemler ile mi sağlanıyor? Küresel salgınla en ufak şekilde mücadele edememek mi zenginlik ve refahtır? Vatandaşlarını “Sürü bağışıklığı deniyoruz.” diyerek ölümün kucağına atmak mıdır yoksa refah? Sokak köşelerinde çocuklara tecavüz edip bu senin cinsel tercih özgürlüğün demek midir yoksa zenginlik?
Peki o otomobiller üreten, silahlar, telefonlar, teknolojiler üreten Avrupa ve ABD şirketleri bu paraları nereden buldu? Kölelik sistemini yakın tarihe kadar getirerek, yayılmacı politika ile sömürge devletler oluşturarak, karşılarına çıkan/çıkacak her türlü milli devleti çökertmeye çalışarak elde edilen paralar bunlar. Bu paralar kanlıdır. Alın teri değil, gasptır. Tarihleri, masumların kanlarıyla sulanmış sayfalara yazılmaktadır. İşte bu yüzdendir kendini öne çıkarırken milli devleti çökertmek için algı operasyonlarını sürdürüyorlar.
Cennet Vatan
Tüm bunların uygulandığı vatan topraklarımızda saklı cevherler her zaman gün yüzüne çıkmayı bekliyorlar. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri bakımından açık ara dünyanın pek çok ülkesinden daha ileri durumda olan topraklarımızda eksik olan şey üretimdir. Potansiyeller tahminimizin ötesindedir. Ancak sadece maden veya tarım çözüm değildir. Türk milletinin gençliği dünyanın en güçlü ve bilinçli gençliğidir. Bu gençliğin iyi eğitimler alması ve sonra Türkiye’nin gelişimi için Türkiye’de çalışması belki de bu tartışmaları bitirecektir.
Örneğin ASELSAN’ı ele alalım. Savunma sanayiinde Türkiye’ye çağ atlatan bu çalışmalarla Türkiye İHA ve SİHA gibi çok önemli askeri araçlara sahip olmuş ve geleceğini kendisi çizmiştir. Yine aynı şirketin yerli ve alanında lider uçak motoru üretmesi de bir örnektir. O örnek Türkiye’de kalınabileceğini ve çok ciddi teşviklerle herkesin istediği mesleğe erişebileceğini söylemektedir bize.
Atatürk Cumhuriyeti
Türkiye’nin gerçek sorunlarını ve çözümlerini masaya yatırdık, suni sorunları ve bozguncuları ele aldık. Cumhuriyet Türkiye’si dediğimiz 1923-1945 arası süreç Türkiye’nin içte ve dışta devrimci olduğu yıllardır. Bu devrimciliğin ve kararlılığın, bilimselliğin getirdiği somut karşılık çok ciddi ekonomik, askeri, sosyal, toplumsal atılımlardır. O atılımlar sonucundadır ki Türkiye o dönem beyin göçü almıştır. O beyin göçleri ile atılımını daha da hızlandırmış, ürettikçe üretmiş, dünyaya örnek olmuştur.
Peki bugün nasıl o günleri yaratacak ve yaşatacağız? Gelecek kaygımız varsa gelecek biziz, o gelecek ellerimizde. Gençliğe Hitabe'den aldığımız görevle Türkiye'nin sorunlarını çözeceğiz ve ülkemizi güzelleştireceğiz. O gün yaptık, yine yaparız! Türk gençliği ayakta, vatanına güveniyor ve elini taşın altına koyuyor. O taşın altında en büyük mutluluklar var. Türk milletini zorluklardan çıkarma, refaha erişme, üretme, yazma, çizme var. O taşın altı ve ardında siyasi, ekonomik, askeri ve sosyokültürel atılım yapan, üniversite mezunu gencini ülkesinde tutan veya dünyadaki en iyi okullarda okuması için hibe veren, üreten bir Türkiye var. İhtiyaç kararlı, tutarlı, gerçekçi bir gençlik! O gençlik bugün Türkiye Liseliler Birliği’nde, vatanını savunuyor, vatanını seviyor ve gerçekleri görüyor.
Gerçekler ona “Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı!” diyor. Vermeyeceğiz.