Yalnız Değiliz Hiçbirimiz

Yalnız değiliz hiçbirimiz. Kimilerinin burun kıvırdığı gençliğe, sıra arkadaşlarımıza güveniyoruz. İnsanlığa güveniyoruz. Kendimize güveniyoruz.

Yalnız Değiliz Hiçbirimiz

YAZAR

Açıktayız, yüzümüzü döndüğümüz yerlerde karanlık. Her bakışımızda bir esaret görüyoruz. Bu övülen çaresizliğe tutkun olanlar var, şaşırıyoruz.

“Üç dört yılda üç dört defa gülmek.” övülüyor süslü kitap sayfalarında. Sevmek, gülmek, inanmak, inat etmek değil, yalnızlık sergileniyor ekranlarda. Koca koca aydınlar, yeni türeyen çocuk yazarlar yalnızlıktan değil de unutulmuş olmaktan şikâyetçi. Ne zaman mutlu olmaya kalksalar yalnızlıkları bırakmıyor peşlerini. Bu ne büyük karamsarlık diyecek oluyoruz: “Bizimki karamsarlık değil aslında; biraz unutulmuşluk, biraz kimsesizlik...” diyorlar hemen. Onlara göre mutlu olmaya çalışmak boşuna. Çünkü kimse çalıştıkları yerden sormuyor onlara.

Bütün canlıların en toplumsalı olan insanlar arasından, kaybedecek bir umudu bile kalmayan varlıklar nasıl ortaya çıktı? Yalnızlık ne zaman bu kadar popüler oldu? Dünyayı tek başına dolaşan yalnız bir maceracı olmak ve toplumdan kaçmak neden bu kadar ilgi çekici? Herkesin herkese karşı olan savaşı, başka deyişle rekabet ve bireycilik mi yaratıyor bu yalnızlık iklimini? Yaratılan bu yalnızlık mitolojisi nasıl oluyor da adı ‘sosyal’ olan mecralardan yayılıyor bütün dünyaya? Yalnızlık iklimi ne zaman son bulacak? Ona karşı nasıl mücadele edilecek? Gelin bu soruların ve daha fazlasının yanıtını hep birlikte arayalım.

Yalnızlık Çağı

Taş Çağı, Demir Çağı ve Uzay Çağı gibi Dijital Çağ da insanlığın gelişen yeteneklerini vurgulamak açısından çok anlamlı. Ancak çağımız olumlu yanlar dışında olumsuz bir özellikle isimlendirilecek olsa şüphesiz Yalnızlık Çağı adını alabilirdi. Geçmiş dönemlerde yayılan veba salgını bile çağımızda yaşanan bu salgın kadar insanlığı tehdit etmemişti. Veba gibi insanın beşeri varlığını tehdit eden hastalıklar insanları yadsınamaz ölçüde korkunç durumlarla karşı karşıya bırakmıştı. Ancak yalnızlık salgını insanın milyonlarca yılda yarattığı değerleri, kültürü ve yaşayışı tehdit ederek maddi varlığımızdan ziyade insanlığımızı hedef alıyor.

“Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka”

İnsanlığı bilmeyenler, insanlıktan anlamayanlar, insanların duygularını paylaşmayanlar ne demek istediğimizi anlamayabilir. Edip Cansever, Tragedyalar’da, “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka” diye yazıyordu. İnsan olmak tarihin her döneminin en devrimci, en toplumsal eylemidir. Şimdi insana yalnızlığı dayatanlar, onu tek başına olmaya ikna edenler insanlığı eli kolu bağlı, çaresiz bırakmak istemektedir. Çünkü insanı insandan koparmanın anlamı insanlıktan kopmaktır. Tarihin hiçbir döneminde insan kimsesiz değildir. İlk insanların tek bir geceyi bile yalnız ve canlı olarak geçiremediğini biliyoruz. Milyonlarca yıl bu yüzden birlikte yaşayan insan, işte bu nedenledir ki yalnızca biyolojik bir tür adı değildir. İnsanlığın duyguları, sevinçleri, acıları, zahmetleri, sevgileri ve aşkları vardır. İnsan, kültürel bir varlıktır ve maddî, manevî kültürü vardır. Saldırı altında olan işte bu kültürdür. Özellikle de birlikte yaşama kültürü.

Yalnızlığı öven kişilerin aynı zamanda insanlıktan utanması bu açıdan normaldir. Onların önündeki en önemli tehlike insanlığa dair umutlarını yitirirken, insanlıklarını yitirecek olmalarıdır. Bizim için dayanılmaz olan işte bu durumdur. Tek bir insanın bile insanlığa düşman olmasını ve insanlıktan utanmasını engellemek bizim görevimizdir. İşte Attila İlhan’ın o güzel şiiri insanlık uğruna üstümüze düşen görevleri hatırlatmaktadır:

Ağır başlı kitaplar senin adına En yiğit besteler seni söyler Dünyada şarkılar misali yaşayansın sen. Sen insansın, sen insansın iki milyar cansın

İnsanın Üç Özelliği

Kanımızca insanı insan yapan üç önemli özellik vardır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellikleri, karar vermek, bilgi peşinde koşmak ve sevmek olarak sıralayabiliriz. Yalnızlık zevkiyle yanıp kavrulan insanlara bakınız, onların herhangi bir konuda bir karar verdiğini göremezsiniz. Kararsızlık kaderleri olmuştur. Karar verme sorumluluğu onlar için en acı olaydır. Tavırları yoktur ya da belirsizdir. Zira karar vermek bir eylemdir ve diğer eylemlerin yolunu açan bir anahtardır. Yalnızlık psikolojisi ise eylemsizlik ve durağanlık demektir. Onlar açısından tek bir karar vardır: Dünya yansa da yalnız kalmak. Bu açıdan bakıldığında sistemin yalnızlığı neden bu kadar övdüğü anlaşılmaktadır. Eyleme geçmeyen, karar vermeyen, sadece duran bir eşyanın, eşitsizliğe, sömürüye ve insanlık dışı hiçbir olaya ses çıkarmayacağı ortadadır.

Ayrıca karar verme derdinden kurtulan insan bilgi peşinde koşma özelliğinden de vazgeçmiş demektir. Artık derinliğin, merakın ve bilimin hiçbir önemi yoktur. Bilme isteğinden vazgeçen insan artık körleşmiştir çünkü bilgi gözlüktür. Bilinmeyeni bilmek, bilineni sorgulamak bilgi peşinde koşan insanın temel özelliğidir. Bu özelliklerinden vazgeçen insan tehlikeli olmaktan çıkmıştır. Her yeni bilgi dönüştürücü bir eylemi beraberinde getirmektedir. Bilgiye hâkim olmak en önemli toplumsal mücadelelerden biridir. İşte bu yüzden emperyalist sistemin yalnızlığı övmesinin en önemli gerekçelerinden biri insanın bilgi peşinde koşma özelliğini köreltmek istemesidir. Öyleyse gerçeklere yiğitçe bakabilmenin yolu da yalnızlıkla savaşmaktan geçmektedir.

İnsandan Uzaklaşan İnsan

Sevmek için bilmek gerekiyor. Bilmeden yaşamı sevmek mümkün değildir. Bilgi peşinde koşma özelliklerini yitirmenin yanı sıra, yalnızlığın en önemli göstergesi sevgisizliktir. İnsan sevgisinden vazgeçen insan, insandan uzaklaşan insandır. Sevgisiz insanın diğer canlılardan çok bir farkı yoktur. Yalnızlığı övenlerin kendilerine göre en mantıklı açıklamaları insanların hiçbirinin masum olmadığı ve sevilmeye layık olmadığıdır. Onlara göre bütün insanlar kötü ve çıkarcıdır. Aşk bir yanılsamadan ibarettir, insanın kendisini ve karşısındaki aldatmasıdır. Oysa sevgi yürek işidir. Yaşama dair cesur olmayanlar, karar verme iradesini taşımayanlar insan sevemezler. Çünkü her büyük sevgi, bir seçim ve ısrar demektir. Oysa yalnızlık çabuk vazgeçenlerin sığınağıdır. Ne demişti Cengiz Aytmatov: “Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti.” Yalnızlığı tercih edenler ne yazık ki bu en güzel emeğe yabancılaşmışlardır.

Yalnızlık Bir Seçim mi?

Kolektif üretim, tarihin hiçbir döneminde 20. ve 21. yüzyılda olduğu kadar yaygınlaşmamıştır. Ancak buna rağmen devasa kentlerde milyonlarca insan yalnızlık hastalığına kapılmaktadır. Yabancılaşma olgusu, insanın gizil güçlerini bastıran merkezi bir etkene işaret etmektedir. Kuşkusuz bu olumsuz etken, tarih boyunca çeşitli üretim tarzlarında belirmesine karşın emperyalist-kapitalist sistemin en önemli yönlerinden biri haline gelmiştir. Üretim fazlasının oluşmadığı ilkel komünal düzende yalnızlık diye bir toplumsal sorunun varlık göstermesi mümkün değildir. Çünkü toplum ihtiyacı kadar ürettiği ve eşit olarak bölüştüğü koşullarda birbirine görünmez ve kopmaz bağlarla bağlıdır.

Özel mülkiyete geçişle birlikte bu bağımlılık ilişkisi artsa da eşitlik olgusu ortadan kalkmıştır. Kapitalist-emperyalist sistemde ise çeşitli üretim merkezlerinde yoğunlaşan emekçi kesimler yoğun üretim faaliyetinin yaratıcıları değil, araçlarıdır artık. Marx’a göre, (1844 El Yazmaları) yabancılaşmış emek,

1- Doğayı insana yabancılaştırır.

2- Kendi kendini, yaşamsal etkinliğini insana yabancılaştırır,

3- Kendi öz bedenini de insana yabancılaştırır

4- Ve bunların sonucu olarak insan insana yabancılaşır.

İnsan, artık aşk ve sevgiyi de daha az hisseder. Bu kavramlara da yabancılaşmıştır. Dolayısıyla yalnızlık bir seçim değil bu toplumsal düzenin yarattığı zorunlu bir sonuçtur. Yalnızlığa karşı çıkmak ise en özgürlükçü tavır ve en büyük seçimdir. İnsanın emeğine, ürettiği ürüne, kendi türüne ve doğaya yabancılaşması ancak yalnızlığı ortadan kaldıracak bir mücadelenin içinde olmasına bağlıdır.

Yalnızlık Kuşatması

Toplum öyle bir kuşatma içindedir ki dilimiz ve esprilerimiz bile bu saldırıya göre biçimlenmektedir. Sosyal medya mecralarında “yıkık” etiketiyle atılan fotoğraflar ve ‘yıkıkları etiketliyoruz tweetleri bunun en somut göstergesidir. Vicdani yozlaşmanın insanlar arası yüz yüze ilişkilerin kesildiği bu dönemde artması tesadüf değildir. Emine Bulut’un çığlıklarını duymadan video çekilmesi hepimizin vicdanını hiç olmadığı kadar yaralamıştı. İnsan sesini bile unutan bir hayat tarzının yalnızlığa yol açması kaçınılmazdır. Sevgiyi WhatsApp ifadelerine (emoji) sıkıştırmamalı, insan sıcaklığını unutmamalıyız. Çünkü yalnız kalınca yaşamla başa çıkmamız imkânsızdır. İnsanlığın tarihi birimiz hepimiz için anlayışının getirdiği başarılarla doludur, bireysel melankolik hikâyelerle değil.

Kimsesiz Kavaklar

Dünya üzerinde bilinçli bir yönlendirmenin ve yabancılaşmanın etkisi olmaksızın yalnızlık ve kimsesizlik söz konusu değildir. Ancak kavakların tepeleri kimsesizdir. Hatta onlar bile üzerlerine konan türlü kuşların adresi ve evidir. Aslında hayatın anlamını kavrayanlar çok iyi bilmektedir ki yalnız değiliz hiçbirimiz.

İnsanın Kendisine İhaneti

Yalnızlık insani sorumluluklardan kaçmanın popüler biçimidir. Sorumluluktan kaçmak insanın kendisine ihanetidir. Vatana karşı, aileye karşı, arkadaşlığa karşı her türlü sorumluluk neoliberal saldırının hedefidir. Emperyalist sistemin efendileri insanı bozmadan ve insanlığından çıkarmadan efendiliklerini sürdüremeyeceklerini bilmektedir. Bu nedenle topluma sürekli bir umutsuzluk ve karamsarlık iklimiyle yalnızlık virüsünü yaymaktadırlar. Bu virüs yaşamaktan, hatalar yapmaktan ve eylemde bulunmaktan korkan bir insan tipi yaratmaktadır. Çok iyi biliyoruz ki ancak cesur insan sevinebilir. Korkan insanın hiçbir umudu yoktur. Bizi korkutmaya çalışanlar sadece aklımızı durdurmak değil, bizi umutsuz kılarak efendiliklerini sürdürmek istemektedirler. Bu tür korku aynı zamanda yaşamın özüne de ihanettir.

Yalnızlık-Yararcılık İlişkisi

Emperyalist sistemin toplumda hâkim kılmaya çalıştığı en önemli düşünme biçimlerinden birisi yararcılık felsefesidir. Buna göre insanlar için önemli olan yaşamlarında olabildiğince haz sağlamak, acıdan da kaçmaktır. Kişiye neyin acı, neyinse haz vereceği bütünüyle kendisine bağlıdır; bu konuda önceden kişinin dışında belirlenmiş ilke ya da ölçüler söz konusu olamaz. Bu felsefeye göre bizim yalnızlıktan zevk alanları eleştirmemiz çok yanlıştır. Yalnızlığın mutluluk demek olduğunu savunan görüşlerin en sık başvurduğu temellendirmelerden biri bu yararcı felsefedir. Dolayısıyla bir yalnızlık eleştirisi bu felsefi temellendirme çürütülmeden yapılamaz. Bu felsefeyi çürütmek için ise büyük bir çabaya gerek yoktur. Yararcı düşünme biçiminin öncülerinden Jeremy Bentham: “Serserilik etmek de en az felsefe yapmak kadar iyidir.” demişti. Yalnızlık ideologlarına göre “Yalnızlık içinde yaşamak da en az bilim adamı olmak kadar yararlıdır.” Bu düşüncenin sakatlığı bütün canlılığıyla ortadadır.

Zengin Yalnızlar

Arkadaşlarımız arasında gittikçe artan bir kesim artık topluma yararlı bir öğretmen, polis veya asker olmayı istemek yerine, yalnızca zengin olmayı istemektedir. Zenginlik ve lüks yaşama isteği internet ve televizyon dizileriyle pompalanmaktadır. Yeni nesil çocuk yazarlar, sosyal medyada yazdıkları melankolik içeriklerle bu üne hızlı bir şekilde ulaşmakta, bu niteliksiz eserlerin imza günlerinde uzun kuyruklar oluşmaktadır. Yalnızlığı en canlı haliyle görmek isteyenler o kuyruklara bakmalıdır.

Bireysel zenginleşme tutkusunun da toplumun yalnızlaşmasında payı olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu çılgınca bireycilik için her şey kişisel yarara bağlıdır. Geri kalan her türlü gelenek, değer ve yaşayış biçimi ise zararlıdır.

Yürümeyen yürüyenlere kin duymaktadır, mutlu olmak istemeyen yalnızlık övücülerinin ortak özelliklerinden birisi de kendi yaşam biçimlerini benimsemeyen insanlara üst perdeden gizli bir nefret duymalarıdır. Daha büyük evlerde, daha lüks arabalarda toplumun büyük bir kesiminden tecrit olarak yaşayan insanların yalnızlığı da hepimizin malumudur. Büyük maddi zenginliklerin içinde ufku dar, küçücük ve yalnız insanlar olmayacağız.

Yalnızlık- Hayranlık Diyalektiği

Yalnızlığın trajik sonuçlarından biri ise kitlelerin yalnızlıkla başa çıkmak adına ünlü isimlere çılgın bir hayranlık duygusuyla bağlanmasıdır. Onların yaşamlarını, hayat hikâyelerini en detaylı şekilde takip eden bu hayran kitleleri de yalnızlık konusunun özneleridir. Çünkü hayranlıkta uzaklık, sevgide ortaklık vardır. Hayranlığı dünyamızın dışına itmeliyiz.

Asli özelliklerini hiç tanımadığımız insanlara bu derece öykünmek, taklit etmek hatta onlara tapmak telafisi imkânsız sonuçlar doğurmaktadır. Bir kere, ortaklık yoksa, çift taraflılık yoksa, sevgi de yoktur. Bu iklimin yayılmasıyla sevgi hayranlığa dönüşmektedir. Uyuşturucu, anarşist ve erotik içeriklerin sınırsızca hayran olunan rap sanatçılarından yayıldığını görmek bile tehlikenin boyutlarını göstermektedir. Bu durumu çok fazla uzatmıyoruz. Bazı hayranların yaptığı çılgınlıkları okumak için gazetelerin magazin sayfalarını takip edebilirsiniz.

Yalnız Aşklar

Tek platonik olmayacak şey varsa o da aşktır. Yalnızlık kültü o derece büyüktür ki platonik aşk kutsanmaktadır. Acıdan ve hüzünden haz duymak yalnızlık psikolojisinin en önemli boyutlarından biridir. Kadın-erkek ilişkileri de bu salgından nasibini almıştır. Aşk iki tarafın birlikte sonsuza ulaşma varsayımıdır. Bu varsayım tek taraflılık kabul etmez. Bu durumun yol açtığı durumlar ergenlik çağında depresyon ve melankoli duygusunun yayılmasına ve psikiyatri vakalarının artmasına yol açmaktadır.

İntiharın Kaynağı

Ölüm insanın kendisini unutmasıdır. Toplumsal varlığının bilincine sahip olan insan öldükten sonra bu bilinçten mahrum kalmaktadır. İntihar, kendisini unutan insanın, insanlığa dair umutlarından vazgeçmenin dolayısıyla kendisini unutanların bilinçli tercihidir. İntihar olaylarının birçoğunun yalnızlık ve topluma dâhil olamama duygusuyla gerçekleşen psikolojik olaylar olduğu araştırmalarla sabittir. İçinde yaşadığımız sistem insanın kendi toplumsal varlığına hatta hayatta kalma doğal dürtüsüne aykırı davranmasına neden olmaktadır.

Yalnızlar Güvenmez, Biz Yalnız Değiliz

Aydınlanma devrimi, insana ve aklına güven ürettiği için buradan güçlü bir insan sevgisi çıkmıştır. Mustafa Kemal Atatürk “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.” diyerek bu durumun en veciz örneğini sunmuştur. İnsan sevgimiz Anadolu’nun derinlerinden gelmektedir. İnsan güvendiğini sevebilir ve uğruna fedakârlıkları göze alabilir. “Babana bile güvenme!” çağrılarına kulak tıkıyoruz. Kendi cephemizin askeri olarak, sistemin değirmenine su taşımayı reddediyoruz. İnsanın insana olan güvenini engelleyenlerin ve yalnızlığa övgüler dizenlerin sadece kendine güven haykırışlarına aldanmıyoruz.

Yalnız değiliz hiçbirimiz. Mustafa Kemal Atatürk gibi Türk milletine güveniyoruz. Zor zamanda düşmanın kapısına dayanan Diyarbakır annelerine güveniyoruz. Milletine ve gelecek nesillere canını feda eden Mehmetçiğe güveniyoruz. Kimilerinin burun kıvırdığı gençliğe, sıra arkadaşlarımıza güveniyoruz. İnsanlığa güveniyoruz. Kendimize güveniyoruz. Türkiye Liseliler Birliği olarak yalnızlığa karşı açtığımız savaşta seni de karar vermeye, bilgi peşinde koşmaya ve sevgiye davet ediyoruz. Bu dava insanlık davası, bu tutku yaşama tutkusu, bu sevda dost sevdası, bu aşk vatan aşkı. Cesaretin var mı aşka?

Hakkı Erman Ergincan

TLB Genel Başkanı

talebe.org

Tarih:
Diğer Haberler